Türkçe’ye kıymayınız (2)
Bakınız, İngilizce de dâhil yabancı lisanların öğrenilmesi fevkalade doğrudur, gereklidir ve desteklenmesi gerekir. Fakat bir lisanı öğrenmek başka şeydir, ona zavallıca öykünmek başka şey!
Belediyeler bu İngilizce isim ya da tabela kirliliğine niye müsaade ediyor ve müsamaha gösteriyor anlamak mümkün değil!
Arapça tabeladan rahatsız olup da İngilizce tabeladan rahatsız olmamak neyin nesidir? Arapça tabelaları kaldırtmak fevkalade doğru ve alkışlanacak bir tavırdır. Pekâlâ, İngilizce tabelalara sadece Latin harfi kullandıkları için mi göz yumuluyor?
“Zincir” tabir edilen yabancı markalar kaynağında İngilizce olduğundan tescil hakkı gereği bunlara dokunulamaz. Ya da yerli ürünlerimize ihraç ürünü olduklarından yabancı isim konması anlayışla karşılanabilir.
İyi de bizim kendi insanımız Türkiye’de kullanılacak olan özbeöz Türk ürünlerine, dükkânlarına, sitelerine ve markalarına bile-isteye İngilizce isim seçiyor. Sorun da bu ya zaten!
Millî olmak, milliyetçi olmak, Atatürk’ün ilkelerinden biri olan milliyetçiliğe sahip çıkmak böyle olmaz!
Önce kendi lisanımıza sımsıkı sarılmalı, onu korumalı ve değerinin farkında olmalıyız!
***
Lisanın kullanımında telaffuz da çok önemlidir. Burada kastedilen elbette ki kişilerin ana dillerini öğrendikleri yöresel şive değildir.
Bahsettiğim, belirli bir yaşa geldikten sonra, maalesef özentiyle, telaffuzların bozulmasıdır. Muhakkak fark etmişsinizdir. Bazı genç kızlar sanki aynı tornadan çıkmış gibi konuşuyorlar. Aynı ses tonu ve vurgularla.
Lüzumsuz yerlerde “e” harfini kapalı haliyle telaffuz ederek. “Evet” kelimesini “e” harfini kapalı formda söylerseniz ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz!
Bu konuda en dramatik olan husus ise özenle “ş” harfini kullanmamaları sanırım! Bu harfi yok sayıyorlar!
Çevrenizde bu kızcağızlardan biri varsa “Nişantaşı” demelerini isteyin. Size garanti ederim ki “Nisantası” dediklerini hayretle işiteceksiniz. Ben böyle konuşan (!) kızlarımızın “tesekkürlerini” çok duymuş bir kişi olarak bu şekilde kesin konuşabiliyorum.
Genç kızlarımız böyle de delikanlılarımız farklı mı? Bro’lar, super’ler, okey'ler, uber’ler havada uçuşuyor.
Ben böyle konuşan gençlerle karşılaştığımda kırmadan, şakaya vurarak, tatlı tatlı kendilerini uyarıyor ve önerilerde bulunuyorum. Tabii ki dozu kaçırmadan ve nutuk çeken sıkıcı bir adam olmaktan kaçınarak. Sanırım doğru yöntem de bu.
***
Yeri gelmişken dildeki modalardan bahsetmemek olmaz. Evet, bir lisanda da moda kelimeler, kelime dizileri, tamlamalar olabiliyor. Bunlar moda olduğundan tabii ki gelip geçiyor. Fakat kullanıldığı süre zarfında dilde belirli bir kuraklaşma, bir kıraçlaşma yaratabiliyor.
Son yıllarda en yaygın kullanılanı sanırım, aynen ve/veya aynen öyle. Bu kelimeler her derde deva, çaya-çorbaya kullanabilirsiniz. Bakınız bu tek bir kelime, yerine göre hangi kelimeleri dağarcığımızdan çıkarıyor: “Evet, haklısın, doğru, katılıyorum, onaylıyorum, peki, pekâlâ, kabul” ve daha niceleri...
İşte dilde kuraklaşma ve kıraçlaşma tam da budur. En az beş, altı hatta sekiz, on farklı kelimeyle ifade edilebilecek bir fikir sadece tek bir kelimeye indirgeniyor.
Bu kelimenin kullanımı o kadar yaygınlaştı ki kuzenlerden birinin ailesi yediden yetmiş yediye yerli yersiz “aynen” ya da “aynen öyle” kelimesini kullanıyor. Birkaç defa şaka yollu takıldım ve uyardım, baktım ki olmuyor tümüne “aynen öyle ailesi” ismini taktım.
Bir diğer moda kelime ikilisi de “sıkıntı yok”. Bununla ilgili yazmaya yüreğim yetmiyor. Yani “sıkıntı yok”!
Örneklere devam: “Seni sonra ararım” demek yerine, “Sana döneceğim”.
İşte İngilizce’den bir araklama ve çeviri daha!
Kızmasınlar ama bu felaketi dilimize sokanlar sanırım bankacılar. Kişisel tecrübelerimden biliyorum. İşim gereği bankacılarla sıkça temas ediyorum. Eksik olmasınlar bana hep "dönüyorlar"!
Bu konuda son moda olanlardan biri de “Günün sonunda” demek. Bildiğiniz anlamda gün sona erdiğinde, gün bittiğinde anlamını içermiyor bu sözler.
Şu sözler yerine kullanılıyor: “Önünde sonunda, nihayet, en nihayet, en sonunda, her şey bittikten sonra, sonuçta vb.”
Bu konudaki son moda örneğim ise “bir tık”.
Hemen hatırladınız değil mi? Artık her işimiz “bir tık” az ya da çok; ileri ya da geri; önde ya da arkada; yüksek ya da alçak ve sonsuz türevleri.
Bu nasıl “tık”tır ki her derde deva, her şeyin önüne-sonuna gelebiliyor ve her şeyi eksiksiz-mükemmelen tarif edebiliyor!
Bu “tık” yokken biz Türk’ler ne kadar çaresizdik şimdi fark ettiniz mi?
***
Türkçe’deki felaket yaratan bir diğer husus da aynı anlamlı iki kelimenin art arda söylenmesi. Bu konuda sabırları zorlamamak için sadece iki örnek vermekle yetineceğim:
İlki, artık kullanımı millî sporumuz haline gelen ilgi alâka. Yorumsuz!
Diğer örnek, özellikle yazılı metinelerden: Bahse konu... O da yorumsuz!
Yukarıdaki iki örnekle birebir aynı olmasa da, çok benzer bir örnek daha vermek isterim: Geri iade...
Bu konuda yorum yapmaya gerek yok ama Allah aşkınıza iade eylemi zaten geri vermek değil midir? Maalesef bu vahim hatayı sürekli halkın gözünün önünde olan makam sahibi bazı siyasetçilerimiz de yapıyor. Felaket ki ne felaket!
Yorumlar
Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın