Türkçe’ye kıymayınız (3)
Bir lisan sadece konuşmaktan ibaret değildir. Bunun yazıya dökülmesi de fevkalade önemlidir. Yazı deyince de hem rahat okunur ve anlaşılır olmak önem kazanmaktadır hem de imlâ.
Herkesten iyi yazı yazması, çok rahat okunan metinler kaleme alması beklenemez. Neticede bu hem bir yetenek, hem de çok okumaktan ileri gelen bir birikim meselesidir.
Malûmunuz çok okumayan, iyi yazamaz!
Fakat imlâ böyle bir şey değildir. İmlâ öğrenilebilir, ki bu ilkokulda çözülmesi gereken bir husustur. Diyelim temel eğitimde bu konu öğrenilemedi, her yaşta öğrenme imkânı mevcuttur.
İmlâyı düzgün ve eksiksiz kullanmayan/kullanamayan kişilerin yazı yazmaya teşebbüs etmesi kullandıkları dile ve o yazıyı okuyanlara haksızlık anlamına gelir.
Biz maalesef güzel lisanımız Türkçe’de bu konudan o kadar dertliyiz ki bazı anlı-şanlı (!) yazarlarımız, adı pek büyük (!) bazı gazetecilerimiz bile imlâ hatalarını bolca ve pervasızca yapmaktadır.
Örnek vermek gerekirse, bağlaç olarak kullandığımız “ama” hatta “ve” “ile” kelimelerinden sonra bile virgül kullanabiliyorlar.
Virgül, noktalı virgül, ünlem, iki nokta üst üste, tırnak içine alma, virgülle ayırma, üç nokta gibi temel ve basit imlâ kural ve kullanımları bile felaket derecede kötü. Görüldüğü gibi, dilin bozulması sadece dış etki ya da saldırı veya yabancı lisanların etkisiyle olmaz. Bizzat o dilin kullanıcıları da değişik saiklerle dili bozabilirler.
***
Tekrar vurgulamakta fayda görüyorum: Lisanımız her şeyimizdir. Ülke, millet, devlet, vatan sahibi olabilmemizin ilk ve temel şartıdır.
Lisanımız bizden önceki nesillerin bize mirası, bizden sonraki nesillerdeki evlâtlarımızın ise emanetidir.
Türkçe’mizi en mükemmel şekilde kullanarak evlâtlarımıza da bu mükemmellikte öğretmek vatanımıza karşı temel görevlerimizden biridir. Tüm değerlerimize sahip çıkmamızın ilk şartı lisanımızı muhafaza etmekten geçmektedir.
***
Tunç yasadır: Emperyalistler bir ülkede ikilik, kargaşa, kaos çıkarmak istediklerinde ve o ülkeyi bölmeye, yıkmaya karar verdiklerinde önce diline, kültürüne, tarihine, kahramanlarına ve milliyetine saldırır.
Çok önemli olan husus, önce lisanımızı ve sonra da tüm varlığımızı emperyalist etkilerden korumak ve arındırmaktır. Bir ülkeyi bölmek için evvela o ülkede yaşayan insanları birbirine yabancılaştırmanız gerekir.
Bu yabancılaşma ilk olarak birbirini anlamamakla başlar. Yani ana dilleri farklı olsa da o güne kadar ortak olan resmî dillerinde anlaşmış insanları birbirini konuşarak anlamayacak hâle getirirseniz o ülkeyi, o vatanı rahatça bölersiniz.
İlk aşamada resmi dil değiştirilemiyorsa bu ayrıştırma yöntemlerinden en bilineni ana dilde eğitim fesadını o toplumun içine sokmaktır. Başta masum gibi görünen bu talep aslında orta vadede toplumu ayrıştırmayı, bölmeyi hedeflemektedir.
Çünkü ana dilini öğrenmek, kültürel haklarına sahip çıkmak ve onu yaşamak-yaşatmak farklıdır, çocuklara resmî dil dışında eğitim-öğretim vermek başka.
Ana dil haktır fakat ana dilde eğitim-öğretim bölünmeye giden yolun başlangıcıdır.
Ana dili farklı olan ve ilkokuldan itibaren resmî dil dışında başka bir dilde eğitim gören bir çocuğu düşünelim. Bu çocuk yıllar içinde ülkenin resmî dilinde eğitim gören çocukla nasıl anlaşacaktır? Ülkesinin resmî dilini bilmeyen bir çocuk nasıl olacak da ülkesine aidiyet hissedecektir? Ve bu çocuklar büyüdüğünde, birkaç nesil sonra aynı ülke içinde birbirini anlamayan, birbirinden uzaklaşmış, kopmuş ve yabancılaşmış topluluklar oluşturmayacak mıdır?
Pekâlâ, o topluluğa artık millet denilebilir mi?
Bakın bakalım bu fesadı ülkemizde körükleyen ABD’de ya da herhangi bir Avrupa ülkesinde resmî dil dışında eğitim veriliyor mu?
Kendilerinde uygulamadıkları sözde “hak” olan bir fesadı neden ülkemize dayatmak istiyorlar?
Her şey çok aşikâr değil mi?
***
Bir ülkenin lisanı hem içten hem dıştan zarara uğrayabilir. Lisanımızı sadece olumsuz iç etkenlerden korumak yetmez, sonuçları çok daha yıkıcı olabilecek dış etkenlere karşı da korumak gerekir.
Bunun için de tüm millet olarak tek yumruk olmalı, ülkemizin bölünmez bütünlüğüne ve devletimizin üniter yapısına sıkıca sarılmalıyız.
***
Böyle bir yazıyı yazmanın riskli bir davranış olduğunun farkındayım. Bu nevi Türkçe hatalarını ortaya çıkaran, vurgulayan ve uyarılarda bulunan yazılar pek hoş karşılanmaz.
Fakat kalpten bağlı olduğum muhteşem lisanım Türkçe’ye karşı olan aşkım ve ülkeme duyduğum bağlılığım her türlü mülahazadan önce gelmektedir.
Eğer bu yazı neticesinde bir defalığına “sevimsiz” olmam riski varsa bunu seve seve kabul ediyorum. Kaldı ki siz değerli okur dostlarımın iyi niyetimden şüpheniz olmadığını bildiğimden böyle bir kaygı da taşımıyorum.
***
Özel rica ve önerimdir: Bu yazıyı okuyarak içerdiği fikirleri benimseyen dostlar lütfen çocuklarına da okutsunlar. Ve “Fırsat bu fırsattır” diyerek Türkçe konusunda kendileriyle sohbet etsinler. Evlâtlarına Türkçe yanlışlarını göstersinler ve düzeltmeye teşvik etsinler. İnanıyorum ki bu davranışları sonraki nesillere de yapılmış bir yatırım olacaktır. Şimdiden teşekkürler, elinize sağlık.
Nüket Torun 14 Ağustos 2021
Size tamamen katılıyorum. Çok güzel bir yazı dizisi olmuş. Elinize sağlık. Bizim zamanımızda Türkçe dersi yanında “güzel konuşma ve yazma” dersi de vardı. Onu hatırladım. Hatta Türkçe’den daha zor bir dersti. Nereden nereye geldik.
Mehmet S. Nane 16 Ağustos 2021
Nazik mesajınıza çok teşekkürler. Evet, “nereden nereye” geldik. Her konuda olduğu gibi lisanımızda da bozulma ve yozlaşma had safhada. Mücadeleden bir an ve bir adım bile geriye gitmek yok.