Tarihsel süreçte Türkiye’de merkez sağ (4)
Daha sonraki uzun yıllarda Türk siyasetinin önemli aktörlerinden olan ve Türk siyasetinde derin etkiler bırakan Süleyman Demirel DP’nin Su İşleri Genel Müdürü’ydü. Yaptığı baraj ve proje inşaatlarıyla adı ‘Barajlar Kralı’na çıkmıştı. Ve henüz 31 yaşındaydı.
DP tarımda da ciddi hamleler yaptı. Tarımın makineleşmesi açısından traktör sayısını büyük bir hızla artırdı ve çiftçinin kullanımına sundu. Bu yapılanın olumsuz tarafı ise Marshall Planı kapsamında uygulanması ve ülkeyi ABD’ye biraz daha bağımlı hâle getirmesiydi.
Bununla birlikte bu imar çalışmalarını yaparken mali denge ve disipline uygun davranmadıkları için ülkeyi çok borçlandırdılar ve mali yapıyı bozdular.
Hizmetlerine dair çok önemli bir husus da, iktidarlarının ikinci döneminde Kıbrıs konusunda millî menfaatlerimizi önceleyen ve koruyan çalışmalar yapmalarıdır. DP iktidarı, Osmanlı döneminde, 1878 yılında Kıbrıs’ın İngiltere’ye bırakılmasından sonra Türkiye Cumhuriyeti'ni bu konuda tekrar hak sahibi yapmıştır.
Kıbrıs’ta söz hakkı olmayan Türkiye, ‘garantör ülke’ olarak denklemde yerini almıştır. Bu; çok önemli, değerli ve bizden sonraki nesilleri de etkileyecek olan diplomatik bir başarı ve hizmettir.
İşte, Türkiye, 20 Temmuz 1974 tarihinde bu ‘garantörlük’ hukukuna dayanarak Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmiştir.
Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu’nun bu uğurda yaptıkları çalışmalar Türk milleti tarafından hayırla yad edilmektedir, edilecektir.
***
Tüm bu olumlu çalışmaların yanında 70 yıldır hâlâ tartışılan bir takım icraatların yanı sıra; ülkeyi zora sokacak, ülkenin yapısını bozan ve dengeleri olumsuz biçimde değiştiren işler de yaptılar.
Başlıcalarını hatırlayalım:
Kore'ye asker yollanması ve akabinde NATO'ya üye olunması hâlâ tartışılmaktadır. Fakat bu tartışmalar yapılırken II. Dünya Savaşı'nın akabinde İsmet Paşa döneminden başlayarak Rusların Türkiye'den toprak ve Boğazlar'da üs istedikleri gerçeğini de hatırda tutmak lazımdır.
Muazzam bir kırsal eğitim hamlesi olan Köy Enstitüleri’ni kapattılar. Bugün bile bunun yarattığı olumsuz etkileri yaşıyoruz. Bu konuda veballeri çok büyüktür.
Gereğinden fazla cami yaptılar, ihtiyaçtan çok daha fazla imam hatip okulları açtılar. Taksim’e cami polemiği bu partinin ürünüdür.
Sanki memleketin başka işi yokmuş gibi ilk iş ezanı Arapça’laştırdılar. Bu konuda tüm dünyada ezanın Arapça okunmasının ortak payda oluşturduğu görüşleri de ileri sürülmektedir. Buna katılmam mümkün değildir. Bir halk ibadet dilini anlamalıdır düşüncesindeyim. Bu da ancak ana dilde ibadetle sağlanabilir.
Muhalefeti inanılmaz baskı altına aldılar ve büyük bir tarihi kişilik olan, Cumhuriyet’in kurucularından, Atatürk’ün yakın çalışma ve silah arkadaşı, İstiklal Harbi kahramanı 2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’yü hedef hâline getirdiler.
Türk tarihine utanç olarak geçen 6-7 Eylül 1955 olaylarını istihbarat teşkilatı marifetiyle yaptırdılar.
Seçimde kendilerine oy vermeyen Kırşehir’i ilçe yaptılar.
İktidara demokrasiyle gelmiş olmalarına rağmen demokrasinin vazgeçilmezi olan basın özgürlüğünü bitirdiler. Gazeteciler tutuklanmaya, gazeteler kapatılmaya başlandı. İsmet İnönü’nün gazeteci damadı Metin Toker’i hapse attılar.
Üniversiteler baskı altına alındı.
Başbakan Adnan Menderes Meclis grubunda milletvekillerinin baskısıyla bakanlarını tek tek feda ederek istifa ettirdiğinde görevde kalabilmek için partisinin milletvekillerine şu sözleri sarfetmek gafletinde bulundu: “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz.”
Orduyu siyasete bulaştırdılar. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun alenen DP’nin temsilcisi gibi davranmaya başladı. Menderes orduya hitaben şu sözleri söylemek şanssızlığında bulundu: “Ben orduyu gerekirse asteğmenlerle yönetirim.”
(Burada Orgeneral Erdelhun'a karşı yapılan ve fevkalade yanlış bulduğum bir tecavüzü de anmak tarafsız bakış açısı ve vicdan gereğidir.
27 Mayıs darbesi sırasında bir teğmen Orgeneral Erdelhun'un rütbelerini sökmüştür. Bunun kabul edilebilmesi mümkün değildir).
Üniversite hocaları da bu sert sözlerden paylarını aldılar: “Kara cübbeliler.”
Demokrat Parti son dönemlerinde felaket kötü bir iş yaparak ABD’deki faşist McCarthy dönemini aratmayacak bir uygulamaya imza atarak Meclis’te Tahkikat Komisyonları kurdu. Başta siyasiler olmak üzere herkes bu yolla baskı altına alındı.
Ve nihayet DP, büyük günahlarından birini işledi ve Vatan Cephesi’ni kurarak vatandaşları böldü, kutuplaştırdı, kendinden olmayanları ötekileştirdi. Her gün radyoda “Vatan Cephesi’ne katılan vatandaşlar” denilerek uzun uzun sahte isimler sayıldı.
Evet, bu listeyi uzatmak mümkün fakat sanırım burada bırakmak yeterli olacaktır. Tarih her konuda olduğu gibi bu konuda da hükmünü vermiştir, verecektir.
Fakat şu saptamayı yapmak gerekmektedir: Demokrat Parti adı gibi demokrat olamamış ve çağdaş anlamda özgürlükçü, liberal merkez sağ bir politikayı da uygulamamıştır.
Şükrü altınova 24 Mart 2020
Çocukluğumda yaşadığım olayları güzel yazı tekniğin ile çok iyi hatırladım.Hayta zaman zaman 8-10 yaşında olan bizler Menderes hakkında olumsuz şeyler söylemeye korkardık.Kazara olumsuz bir şey söyleyen arkadaşımızı kenara çeker parmağımızı dudağımı za götürüp süs işareti yapardık.
Mehmet S. Nane 25 Mart 2020
Şükrü Abi, baskı rejimlerinin sonu hiç iyi gelmiyor. Tarihte bunun sayısız örnekleri var. O dönem yaşanan bu tip olayları üzülerek anıyorum. Keşke diyorum Demokrat Parti demokrat olabilseydi. Fakat siyaseten her ne yaşanırsa yaşansın bir askeri darbeyi katiyen onaylamıyorum. İdamlaraysa hâlâ içim yanıyor. Siyasetçi sandıkla gelmeli, sandıkla gitmeli. Selam, sevgiler.