Durumun ciddiyetinin farkında mıyız?

 

Önceki pek çok makalemde bıkmadan, usanmadan millî güvenliğimiz ve millî menfaatlerimiz konularında yazdım.

Bugün, mevcut durum itibarıyla en büyük millî güvenlik sorunumuzu yazacağım. Bu yazıyı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’a yazdığı son mektup vesilesiyle kaleme almayı zaruri buldum.

Türkiye-ABD ilişkileri, onların Türkiye’ye karşı olan ciddi düşmanlık içeren davranışları sebebiyle gerilmişti. Cumhurbaşkanı’nın yumuşak bir üslûpla yazdığı bu mektubu okuyunca ilişkileri eski ‘rotasına’ sokmayı hedeflediği anlaşılıyordu.

Fakat mektupta “Suriye konusunda ortak çalışmalara devam edilmesi isteği” beni derin bir üzüntüye sevketti. PKK’ya 30 bin tır silah yollayan ve sınırımızda bir terör devletçiği kurmaya çalışan ABD ile hâlâ Suriye’de beraber çalışılmak istenmesine inanamadım!

Elbette bu yaklaşımın bazı temel sebepleri var. En önemlisi de ekonomik. İşte bugün bunu konuşacağız.

Dünyada hiçbir şey ekonomiden bağımsız değildir. Ve her alanda ekonominiz kadar etkili ve güçlüsünüz. Bu sebeple aslolan iktisadi bağımsızlıktır. 

Eğer dünyanın emperyalist ülkelerine ve/veya emperyal finans kurumlarına ve ‘sıcak para’ya bağlı bir ekonominiz varsa hiçbir siyasi adımınızı bu bağımlılığı yok sayarak atamazsınız. 

Eğer bir ülke hayati siyasi kararlarını ekonomik olarak zora düşürülme endişesi ile alıyorsa bu en önemli millî güvenlik problemidir.

Eğer böyle bir endişeniz varsa; Ege’de küstah Yunan’ın işgal ederek silahlandırdığı 18 ada konusunda da tavır koyamazsınız, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konusunda da sesiniz gür çıkmaz, Karadeniz’de ABD donanması ve NATO gemilerinin faaliyet gösterme taleplerine de fazla direnemezsiniz, Suriye’de ABD’nin düşmanca hamlelerine de karşı koyamazsınız, çok doğru bir kararla Rusya’dan alınan S-400 füzelerini de aktif hale getiremezsiniz...

ABD’nin yaptığı bunca kötülüğe ve düşmanlığa, üstelik de saygısız ve küstahça davranışlarına rağmen kimse isteyerek böyle bir mektup yazmaz. Cumhurbaşkanı’nın da isteyerek yazmadığına eminim. Eğer iktisadi olarak yeterince güçlü olsak bu mektup yazılmazdı.

O zaman yapılacak iş bellidir: ‘Beton ekonomisi’nden vazgeçip ‘üretim ekonomisi’ne geçmek. 
İnşaat önemli bir ekonomik sektör olmasına rağmen inşaatla kalkınma olmaz. İnşaat süreli bir iştir, sürekli bir ekonomik faaliyet değildir. Bu yüzden de ekonomik lokomotif olamaz. Betonla ekonomi yürümez! 
Hizmet sektörü için de yukarıda yazdıklarım geçerlidir. 
Aslolan ve ülkemizi kalkındırarak ekonomimizi güçlendirecek olan ise süreklilik arz eden üretimdir.

Elbette üretim ekonomisi kurulurken çok uzun süredir bilinçli olarak ihmal edilen ve hatta kötülenen Devletçilik kavramı da hatırlanmalı ve etkin hale getirilmelidir. 
Neoliberalizmin ne rezil bir sistem olduğunu özellikle son 40 senelik acı tecrübelerden sonra tüm dünya gördü. Ben de önceki yazılarımda defaatle Devletçilik’le birlikte bu konuyu yazdım. 
Devletçilik’in önemi ve değeri artık kavranmalıdır. Kritik önemdeki ekonomik sektörlere Devlet mutlak surette tekrar girmelidir.

Bu konuda yakın zamandan sadece bir tek örnek vereceğim ve bu tek örnek bile bize Devlet’in ve Devletçilik’in vazgeçilmezliğini bir defa daha gösterecek.

Koronavirüs musibeti Türk ekonomisine büyük zarar verdi. Ekonomik sektörlerin çok büyük bir kısmı ciddi sıkıntılar yaşıyor. Nakit ihtiyacı had safhada. 
İşte tam da bu noktada hemen hemen hepsi de, maalesef, yabancı sermayeye satılan özel bankalardan ‘çıt çıkmadı’.  Bugüne kadar büyük paralar kazandıkları ve şu an büyük sıkıntı içinde olan esnafından, sanayicisine kadar iş dünyasına destekte bulunmadılar hatta dişe dokunur tek bir jest bile yapmadılar.

Böyle bir ortamda gururumuz ve güvencemiz olan T.C. Ziraat Bankası, Halkbank veVakıfbank zordaki Türk iş alemine el uzattı, onları destekledi ve nefes almalarını sağladı. 
Hepsi de kamu bankası olan bu millî bankalarımız bize kamunun ve bazı sektörlerdeki Devletçi ekonomik anlayışın ne kadar hayati önemde olduğunu bir defa daha gösterdi. Şu söz kuşaktan kuşağa boşuna söylenmemiştir: 
“Allah, Devlet’e zeval vermesin.” 
Ben de bütün kalbimle bu temenniye katılıyorum.

Tarih en büyük öğreticidir. Osmanlı’nın çöküşünü asıl belirleyen 1853 yılında başlayan Kırım Harbi sırasında ilk defa almaya başladığı dış borçlardır. Bu borçlanma 1881’de kurulan Duyunu Umumiye ile tam bir iktisadi esarete dönüşmüştür.

Tüm siyasilerin fakat özellikle ülkemizi yönetenlerin tarihi iyi bilmeleri büyük bir zarurettir. Siyasilere kuvvetle tavsiyede bulunuyorum: 
Tüm 19. yüzyıl Osmanlı ve dünya tarihi ile 20. yüzyılın ilk 19 senesinin Osmanlı ve ardından İstiklal Harbi ile Cumhuriyet tarihlerini ve dünya tarihini okuyunuz. Öğreniniz. 
Bunlar bilinmeden ve dünyanın ekonomi politiği kavranmadan siyasetçi olunmaz. Olunamaz.

Sevgili ülkemizin tam iktisadi bağımsızlığına en kısa sürede kavuşması en büyük dileğimdir. Böylelikle aziz milletimizin hayat seviyesi yükselecektir. Ayrıca siyasi kararlarımızı ekonomik olarak sıkıştırılma riski olmadan, tamamen millî menfaatlerimizi önceleyerek alacağımız için en önemli millî güvenlik sorunumuzu da halletmiş olacağız.

 

 

 

  • Mehmet S. Nane

  • 5 Mayıs 2020

Sayfayı Paylaş

Yorumlar

Mehmet gögebakan 5 Mayıs 2020

Kaleminize saglik

Mehmet S. Nane 5 Mayıs 2020

Teşekkür ederim.

Ahmet Aslan 6 Mayıs 2020

Memleket meselelerine' Bir Akademisyen mecburiyetiniz olmamasına rağmen ' 'iyi bir yurtsever sorumluluğuyla kapsamlı tahliller ve öneriler getiriyor olmanızdan dolayı sizi kutluyorum. Kırım savaşındaki borçlara karşılık Kıbrıs'n idaresi 1856 da İngilizlere verildi. Daha sonra 1918 Sevr anlaşmasıyla İngilizler adaya el koydular... Suriye olaylarının ekonomik faturası inşallah benzer bir fatura çıkarmaz...

Mehmet S. Nane 6 Mayıs 2020

İyi dileklerinize teşekkürler. 
Maalesef ‘Yeni Osmanlıcılar’ kulaktan dolma bilgilerle ‘bilgi sahibi olmadan fikir beyan ediyorlar.’ Osmanlı tarihinde sizin de zikrettiğiniz bu ‘el koyma’ olayları o kadar çoktur ki. Mesela Girit de aynı aymazlığın kurbanıdır. On iki adanın bazılarının söylediği yalanlarla ilgisi yoktur. Trablusgarp Harbi’nden sonra İtalyanlar el koymuş, daha sonra da Yunanlılara hediye etmiştir. Kuzey Afrika’da, Orta Doğu’da benzer örnekler çoktur. 
Yeni Osmanlıcılık gibi altı boş kavramlar hiçbir şey ifade etmez. Eğer bir ağırlığı olsa Süleyman Şah Türbesi’ni apar-topar taşımazlardı. Başka örneğe gerek yok! 
Çözüm Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmakta ve demokrasiyi tüm kurallarıyla uygulamakta yatıyor.

Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın

leaf-right
leaf-right