Türkiye’de askerî darbeler tarihi (2)

 

 

27 Mayıs’ı solcu arkadaşların ve grupların bazıları ‘devrim’ olarak tanımlamakta ve onu diğer askerî darbelerden ayırmaktadırlar. Birincisi ben bunu esası itibarıyla doğru bulmuyorum. Çünkü demokrasilerde halkın seçtiğini seçimde halk göndermelidir. 

Eğer demokrasiyi kullanarak gelen iktidar baskı rejimi uygulamaya kalkar ve diktatoryaya yönelirse buna cevabını halk sandıkta vermelidir. Aksi düşünülemez. Eğer düşünürseniz o halde demokrasiden de, demokrat olmaktan da bahsedemezsiniz. 
Diyelim ki halk oylarıyla yanlış bir tercih yaptı ve bunun sonucunda da ülke bir müddet kötü yönetildi. Olabilir. 
Sosyolojide ‘halkın yanılabilirliği’ ve ‘halkın yanıltılması’ kavramları vardır. Eğer halk oylarıyla bir hata yaptıysa yine oylarıyla bu hatayı düzeltecek olan da kendisidir.

Bir ülkenin silahlı kuvvetleri eliyle yapılan iktidar değişimleri kalıcı olmaz. Bakmayın siz halkın ilk başta alkışlamalarına. Siyasi yapı ve demokratik sistem yerine oturduktan sonra o alkışlayanların bir teki bile ortada görünmez. Tarih buna defalarca şahittir.

Çünkü askerî  darbeler temelde halka dayanmazlar; tabanları mevcut değildir. Kökleri yoktur.

***

Doğrudur, 27 Mayıs özü itibarıyla ‘ilerici’ bir harekettir. Ayrıca Türkiye’nin bugüne kadar gördüğü en demokratik Anayasa’yı getirmiştir. Kurulan bazı yeni kurumlarla (mesela Anayasa Mahkemesi) ve yapılan yeni Anayasa hükümlerine göre özgürlükler genişletilmiş, kuvvetler ayrılığı (yasama, yürütme, yargı) sağlamlaştırılmıştır. 
Fakat bunların hiçbiri de kalıcı olamamıştır.

Kaldı ki 27 Mayıs’ın ‘ilerici-devrimci subayları’ Millî Birlik Komitesi’nin (MBK) kendi içinde girdiği mücadeleyi kazandıkları için etkin olabilmişlerdir. Özellikle Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun bu gruba dahil olması ve 14’lerin tasfiyesi ile bu grup yönetime hakim olabilmiştir. Eğer 14’ler karşı grubu tasfiye etseydi neler olabileceğini, nasıl bir Anayasa ortaya çıkabileceğini kimse bilemez; olsa olsa tahmin yapılabilir. 

Pekâlâ, eğer MBK içindeki ‘sağ cunta‘ başarılı olsaydı solcu arkadaşlar yine de bu darbeyi onaylayacaklar mıydı? 
İlkesel duruşun ve fikrî tutarlılığın önemini hatırlatmak istiyorum. 
Yani “Benim darbem iyidir, senin darben kötüdür” anlayışı kabul edilemez.

Bitmedi: Ordudaki bazı subayların 1950’li yılların ortasından itibaren ABD ile ilişki içinde oldukları, ilave olarak, 27 Mayıs’ta rolü olan bazı subayların ABD’de eğitim gördükleri de unutulmamalıdır. Askerî eğitim amaçlı olarak her ABD’ye gideni itham etmiyorum elbette; tarihî gerçekleri kayda geçiriyorum. 
Yani ordunun içindeki bu cuntalaşma faaliyetlerinden ABD’nin kesinlikle haberi vardı.

Ayrıca muhakkak kaydetmeliyiz: Dönemin istihbarat teşkilâtı Cumhurbaşkanı ve özellikle de Başbakan’a bu konularda nasıl istihbarat verdi acaba? Ya da verdi mi? O istihbarat teşkilatında kimler etkindi? 
Nazi Generali Reinhard Gehlen II. Dünya Savaşı bittikten sonra ABD’ye hizmet etti. Acaba istihbarat konusunda, 1950'li yıllarda, hangi Özbek kökenli ABD vatandaşını eğitti? 
Bu, bazı Türklerle de çok yakın ilişkileri olan Özbek, Türk istihbarat teşkilâtında daha sonra Müsteşarlığa kadar yükselecek olan kimi yetiştirdi?

En önemlisi de 27 Mayıs ülkenin seçilmiş başbakanını ve iki bakanı idam etmiştir. Bu, vicdan sahibi hiç kimse tarafından kabul edilemez; yapılanın hiçbir mazereti olamaz. 

***

12 Mart 1971, 27 Mayıs’tan 11 sene sonra yapılmıştır. Bu tarihte Ordu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç eliyle Başbakan Süleyman Demirel’e ‘muhtıra’ vermiştir. Demirel bunun üzerine istifa etmiş, bilahare üst üste ‘teknokrat+siyasetçi’ yapıda Nihat Erim, Ferit Melen ve  Naim Talû hükümetleri kurulmuştur. Ülkenin seneleri ziyan edilmiştir.

12 Mart’a giden süreçte de 27 Mayıs sürecinin benzeri yaşanmıştır. Yine ordu içindeki 2 grup mücadeleye girmiş, bu defa kazanan ‘sağ’ grup olmuştur. Bu hareketin ‘sol’da yer alan önemli ismi Tümgeneral Celil Gürkan’dır. Hava Kuvvetleri Komutanı ‘solcu’ Orgeneral Muhsin Batur yaptığı 'yalpalamalarla' darbenin yönü konusunda belirleyici olmuştur. 

Darbenin üzerinden tam 2 sene sonra yapılan 6. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ‘solcu’ bilinen Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler de katılmış fakat seçilememiştir. Bu olay, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’in, çok doğru bir iş yaparak, Fahri Korutürk ismi konusunda anlaşmaları sonucu bu şekilde sonuçlanmıştır.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Muhsin Batur gözdağı vermek için Meclis’in üzerinden jet uçaklarını uçurtmuştur! Fakat Gürler yine de seçilememiştir. 
Aslında yalnızca Gürler olayı bile Ordu’ya siyaset sokulmasının sonuçlarını acı biçimde göstermeye yetmektedir.

12 Mart, yaptığı hukuksuzluklarla, memleketi geriye götürmesiyle, demokrasiye ara vermesiyle, Orgeneral Faik Türün’ün Ziverbey işkencehanesiyle tarihteki hak ettiği kötü yeri almıştır.

Ve elbette ki bu muhtıra ve darbeye ABD’nin tam desteği vardır!

 

 

  • Mehmet S. Nane

  • 19 Mayıs 2020

Sayfayı Paylaş

Yorumlar

Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın

leaf-right
leaf-right