Ahmet Gökçel

 

Mersin’in değerlerini yazmaya devam ediyorum. Bu yazıda, günümüz için erken sayılabilecek bir yaşta aramızdan ayrılan bir kişiyi anlatmak istiyorum.

Şu an başladığım bu yazının benim için zor olacağı muhakkak. Çünkü yazmaya çalışacağım kişi benim için sadece kıymetli bir Mersin büyüğü değil.  
Aynı zamanda kayınpederim...

***

Başlarken bir bilgi notu: Bu yazıyı yazmak uzun süredir aklımdaydı. Fakat Ahmet Gökçel’le arzu ettiğim kadar fazla zaman geçirememiştim. Elbette ki yaşanmışlıklarımız vardı; ayrıca aileden ve çevreden onunla ilgili pek çok şey dinlemiştim ama değer verdiğim bir kişiyi, hele ki Pelin’in babası olduğu düşünülünce, hakkıyla yazamayacağımdan çekindim.

Sonuçta cesaretimi toplayarak Ahmet Bey’e vefa ve veda olarak bu yazıyı yazmaya karar verdim. 

Bu naçiz yazı, gidişiyle hissettiğim büyük eksikliği ve boşluğu elbette ki dolduramayacak ve üzüntümü gideremeyecek. Bununla birlikte, anısına sevgi ve saygımı gösterebilmeme vasıta olacağı için mutluyum.

Etkilenmemek ve sadece kendi yaşadıklarıma, bildiklerime ve duyduklarıma dayanmak için, Pelin’e bu yazıyı yazdığıma ilişkin bilgi vermedim. 
Şu anda, o da herkesle birlikte okuyor...

***

Ahmet Bey’le ilk defa, Pelin’le beraberliğimizin başladığı 15 Mayıs 2009 tarihinden birkaç ay sonra Fındıkpınarı’ndaki evlerinde tanıştım. 
Maalesef o tarihten 2 sene sonra, 28 Mayıs 2011 tarihinde, bizi derin kederlere boğarak aramızdan ayrıldı.

Türk Sanat Müziği’nin o hüzünlü şarkısında olduğu gibi: “Geç buldum, çabuk kaybettim...”

***

Ahmet Hilmi Gökçel, Mersin’in köklü ve eşraf “Müftüler” ailesine mensuptur, 1942 yılında Mersin’de doğmuştur. 
Ve ne yazıktır ki daha yaşayacağı pek çok güzelliği ardında bırakarak erken bir vedayla 69 yaşında bizlerden ayrılmıştır.

***

Ahmet Gökçel, yaklaşık 10 sene evvel, geride sevgili eşini, iki evlâdını, iki torununu, akrabalarını, Mersin ve Fındıkpınarı’ndaki dostlarını ve tüm sevenlerini bırakarak “Dönülmez akşamın ufkuna” doğru yola çıktı...

Ve...
Zaman içinde hissedeceği büyük bir eksiklik ve yoksunluk duygusuyla, geride, bir de damadını bıraktı...

***

Ahmet Bey, Tarsus Amerikan Koleji ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan, mesleğinin yüz akı bir avukattı. Maddi hırsları hiç olmadı. Aynı şekilde asla ‘makam’ peşinde de koşmadı. Bunun önemli örneği ve kanıtıysa Mersin Baro Başkanı olması teklif edildiğinde kabul etmemesidir.

Onun hayatı; ailesi, kitapları, dostları ve hayvan dostlarıydı.  
Ve tabii ki her sene 6 ay yaşadığı aşkla bağlı olduğu Fındıkpınarı...

***

Ahmet Bey’le 2009’un yaz aylarında tanıştığımızı az evvel söylemiştim. Ortak anılarımız, onun erken vedası sebebiyle sadece o kısacık iki seneye ait. Bu süre zarfında birbirimizi henüz yeni tanımaya başlamıştık. Sohbetlerimiz ve rakı masalarımız daha yeni yeni kıvama geliyordu.

Birlikte daha yapacak ve yaşayacak çok şey vardı. Olmadı. Benim için ne büyük bir kayıp...

Bu hissin aynısını bir de Mehmet Tarım Abi’min gidişiyle hissetmiştim. Bir şeylerin yarım kalmasını bilmenin iç sızısı... 
Derin, çok derin bir hüsran...

***

Ahmet Gökçel; eşsiz bir entelektüel, bilgili, kültürlü, görgülü, nazik, müeddep, insanî hasletleri fevkalade gelişmiş, müşfik, merhametli, iyi niyetli, geçmişine bağlı ve bütün hayatı “okumak” olan bir kişiydi.

Ben hayatımda kitaplara âşık ve onlarla nefes alan çok az kişi tanıdım. Bunlardan biri de Ahmet Bey’di. Mütemadiyen okurdu. Sadece sahip olduğu kitaplarla yetinmez, yeni çıkan kitapları da takip eder ve mutlaka alırdı. 

Tam sayısını bilmiyorum ama en az 6.000 kitabı olmalı. Mersin ve Fındıkpınarı’nda her yer kitap doluydu. Ve bize karışık gelen arşivleme sistemi onun için çok basitti. Nerede hangi kitap var gözü kapalı bilirdi.

“Gözü kapalı” sözlerini mecazi değil, gerçek anlamda söyledim. Bununla ilgili bir anekdot anlatmalıyım: Sırt ve bacak ağrıları çektiği için masaj ihtiyacı hissederdi. Bir gün Pelin sırtına masaj yaparken, babasına bazı kitapların hangi rafta, kaçıncı sırada olduğunu sormuş. Biraz da hayretle, Ahmet Bey’in eksiksiz olarak tarif ettiğine tanık olmuş. 
Tahmin ettiğiniz gibi, bu esnada gözü kapalıymış...

Ahmet Bey’in kitapları konusunda çok üzüldüğüm bir husus vardır. Roman tutkunu bir kişi olarak, büyük romancı Necip Mahfuz’un kitaplarını çok severdi.  
Necip Mahfuz öldüğünde “Kahire Üçlemesi“ dışında tüm kitaplarını okumuştu.

Bu değerli yazarın artık başka kitabı olamayacağı için de bu kitapları sonraya saklamıştı. Kitapları okumaya adeta kıyamıyor ve geciktiriyordu. 
Ve maalesef bu romanları okuyamadan aramızdan ayrıldı...

***

Şimdi kendi adıma çok iddialı bir şey söyleyeceğim: Ben hayatımda hayvanları bu kadar çok seven başka bir kişi tanımadım. Bahsettiğim, klâsik hayvanseverlik tanımını çok aşan bir şey.

Söylemezsem eksik kalır: Müthiş de bir doğa âşığıydı Ahmet Bey. Hele ki Fındıkpınarı’nın kurduna, kuşuna, havasına, suyuna, ağacına, yaprağına, böceğine, arısına...
Her şeyine ‘tutkulu bir aşkla‘ bağlıydı.

Hayvanlara sevgisi konusunda birkaç örnek vermek isterim. 

Pelin, babasının vedasından sonra hatıra olarak onun telefonunu aldı ve uzun süre kullandı. Onu bir sürpriz bekliyordu: Hüzünle karışık bir mutlulukla o telefonda, Ahmet Bey’in çektiği çok sayıda hayvan fotoğrafı buldu.  
Yaylada gördüğü bir kirpi ailesi de vardı bu fotoğraflarda, ördek de, kuşlar da vardı, kedi ve köpekler de... 
Ahmet Bey’in akşam içkisini içerken zaman zaman o fotoğraflara sevgiyle baktığına eminim...

Bir başka örnek: Yayladaki klozetten su içmeye çalışırken düşüp boğularak ölen bir fare yavrusunu gördükten sonra günlerce buna üzülen bir hayvan sevgisinden bahsediyorum sizlere...

En sevdiği hayvan ise kediydi. “Kedisiz eve ev mi denir” sözleri ona aittir.  
Kedileri Pepe koltuğunda oturduğu zaman onu kaldırmayan ve kendisi başka yere oturan bir kişiydi Ahmet Bey. Çünkü onun düşüncesine göre, bir evde yaşayan hayvan, o evin bir üyesidir ve haklara sahiptir.

Yayladaki bütün sahipsiz hatta vahşi kedilerin hamisiydi. Özellikle aç kaldıkları karda kışta yaylaya gider, hepsini beslerdi. Hepsine de isim koyardı. 

Bu kediler evcillikten o kadar uzaklardı ki, kendilerine bakan bu iyi yürekli adama kendilerini doğru dürüst sevdirmezlerdi. Çok defa ısırılmışlığı ve tırmalanmışlığı vardır. 

Bu yaralardan değil, kedilerin kendilerini sevdirmemelerinden tatlı tatlı şikâyet eder fakat onlara katiyen kızmazdı. Yapısında yoktu; istese de kızamazdı ki zaten...

Fındıkpınarı çarşısına indiğinde ya Bilâl Abi’nin büfesinde ya da Abdullah’ın bakkal dükkânında otururdu. Bir gün yine böyle bir sohbet esnasında her zaman beslediği ve tilki gibi uzun yüzü olan bir köpeğin, çok sevdiği ama çok arsız bir kedi olan Zeytin’i parçaladığına şahit olmuş. Günlerce etkisinden kurtulamadığının ve çok çok üzüldüğünün yakın şahidiyim.

Aramızdan ayrılmasından sonra, eve yapılan taziye ziyaretleri sırasında bir ara sakin bir köşeye çekilme ihtiyacı hissettim. Onun odasına giderek biraz dinlenmek istedim.  
Ve duvardaki fotoğrafa gözüm takıldı: Ahmet Bey ve Abdullah dükkânın önünde oturmuşlar ve yanlarında da bu tilki yüzlü köpek...

O sırada Abdullah taziye için gelmiş, salonda oturuyordu. Hemen gidip çağırarak fotoğrafı gösterdim.  
Gözleri doldu ve konuşamadı...

***

Taziye evinden bahsedince aklıma gelen, beni derinden etkileyen ve üzen bir olayı da nakletmeliyim. Fakat ondan evvel, Ahmet Bey ve kardeşi Yılmaz Bey'in aralarındaki bağdan da kısaca bahsetmeliyim. 

Ahmet Bey kardeşinden 2 yaş büyüktür. Kardeşini çok sevdiğini biliyorum. Yılmaz Bey de abisini çok sever, sayardı. Aralarında hiç önemli olmayan az yaş farkına rağmen Yılmaz Bey'in abisine hitap ederken ya da gıyabında bir tek defa olsun adıyla hitap ettiğini görmedim, duymadım. Ahmet Gökçel onun daima Ahmet Abi'siydi.

Bu küçük bilgilendirmeden sonra taziye evine dönüyorum. 
Yılmaz Bey orada çok samimi ve içinden gelerek şunu söylemişti: "Benim sağlığım zaten pek iyi değil; Ahmet Abi'm yerine ben ölmeliydim". 
Abisinin hayatta olabilmesi için kendi canından vazgeçebilmek...
Yılmaz Bey için bu kaybın ne kadar büyük olduğunu ancak o zaman idrak edebilmiştim...

***

Hazır Yılmaz Bey'in abisine hitabından bahsetmişken eşi Birhan Hanım'ı da anmalıyım. Önce abi kardeşin ve eşlerinin doğum tarihlerini vereyim:

Ahmet Bey 1942, Yılmaz Bey 1944, Harika Hanım 1947, Birhan Hanım da 1948 doğumludur. 
Birhan Hanım ilk başlarda Ahmet Bey'e adıyla hitap ediyormuş. Bir sohbet sırasında Harika Hanım, aralarında 6 yaş fark varken Ahmet Bey'e neden "Abi" olarak değil de adıyla hitap ettiğini sormuş.
O günden sonra Birhan Hanım da çocukları gibi "Amca" olarak hitap etmiş.

Kıymetli Birhan Hanım, "Amcasının" ardından çok gözyaşı döktü, çok...

***

Ahmet Bey gideli neredeyse 10 yıl oldu. Fındıkpınarı’nda hangi esnafa gidersem gideyim hâlâ Ahmet Gökçel’e karşı büyük bir sevgi ve saygıyla karşılaşıyorum. Ne kadar zaman geçerse geçsin bunun böyle süreceğine de eminim.

Burada bir şey anlatmalıyım: Yaklaşık 5 sene evvel, yaylada alışveriş yaptığım bir esnaf ödeme makbuzuna adımı yazmak yerine “Ahmet Gökçel‘in damadı” yazdı. O zamanlar kim olduğumu bilmesine rağmen yeni tanışmıştık; adımı unutmuş olabileceğini düşünerek makbuzu aldım ve ses çıkarmadım. 

Bu esnaftan evimin inşaatı yapılırken bir hayli alışveriş yaptım. Bu arada iyice tanıştık. Fakat o hâlâ ısrarla makbuzlara aynı şeyi yazıyordu. 

Bir gün tatlı sert Ahmet Bey’e olan sevgisini takdir ettiğimi ama artık makbuza benim adımı yazması gerektiğini; çünkü şirketimde bu makbuzların dosyalandığını söyleyerek ihtar etmek zorunda kaldım.

İşte, Ahmet Gökçel, Fındıkpınarı’nda böyle izi olan adamdır.

***

Yine Fındıkpınarı, yine Ahmet Gökçel...
Ahmet Bey, çocukluk dönemlerinde Pelin‘i ve kardeşi Mehmet’i pikniğe götürürmüş. Beraberlerinde her zaman yeğenleri Canan ve Alper de olurmuş. 
Sadece onlarla kalsa iyi. Mahallenin tüm çocukları da katılırmış bu piknik sefalarına.

Arada bir çocuklara kitap sevgisi aşılamak için de kitap okuturmuş. En ilgili ve severek kitap okuyan da yeğeni Alper’miş(!)

O günün çocukları bugün 45-50 yaşlarında. Hâlâ Ahmet Bey’i büyük bir sevgiyle, özlemle ve gözleri dolmadan anamıyorlar.

***

Az evvel söyledim; Ahmet Bey’in çocuklarla sihirli bir ilişkisi varmış. Ben buna torunları Peren ve Deren'le arasındaki iletişimi ve bağı gözlerimle gördükten sonra kesinlikle inandım. 

Çocuklarla aynı anda pek çok şey yapıyordu: Onları seviyor, değer veriyor, saygı gösteriyor, anlıyor, onlarla oynuyor, şakalaşıyor, seviyelerine iniyor, bir şeyler öğretiyor ve en önemlisi de sonuçta onları mutlu ediyordu. 
Ve tüm bunları aynı anda yapıyordu. İşte bence bu işin sırrı da, sihri de burada yatıyor...

Çocuklara gösterdiği sevgi ve anlayışı sonraki yıllarda delikanlılık çağındaki yeğeni Alper’e göstermeye devam etmiş. Alper babasıyla tartışıp da babası tarafından evden gitmesi için davet (!) aldığında, elinde yastığıyla soluğu bir kat üstte oturan Ahmet Amca’sında alırmış. 
Sonrası...Sığınılacak şefkatli bir liman...

***

O çabucak geçiveren 2 senede Ahmet Bey’le ortak anılarımız da oldu elbette ki. Fakat sanırım en güzeli 31 Aralık 2010 tarihindeki yılbaşı kutlamamızdı.

Pelin’in annesi, kıymetli kayınvalidem Harika Hanım yılbaşı kutlaması için beni akşam yemeğine davet etti. O akşam sadece dördümüz çok güzel vakit geçirdik.

Harika Hanım, pek çok güzel mezenin yanı sıra, ana yemek olarak da perde pilavı yapmıştı. Bu yemeği ilk defa yapmasına rağmen muazzam bir sanat eseri yaratmıştı. Ahmet Bey’le mezeleri bıraktık rakımızı bu nefis yemekle birlikte içtik. 

Israrlarıma rağmen Harika Hanım bu yemeği yapmaya bir daha yanaşmadı. Çünkü o günkü lezzet şöleninin hatıralarımızda o şekilde kalmasını istiyor.

***

O uğursuz 28 Mayıs 2011 tarihinde Pelin’le birlikte Bekiralanı’nda bizimkileri ziyarete gitmiştik. Pelin ve validem yürüyüşe çıktılar, ben de biraz uzandım. Pelin’in kardeşi Mehmet’in telefonuyla uyandım.  
Çocuk hıçkırmaktan konuşamıyordu. Şu sözleri işitebildim: “Babamı kaybettik”.

Bir an dondum ve kardeşlerim Selma ve Süreyya’ya çok iyi hatırladığım şu sözleri söyledim: “Eyvah, Pelin babasına çok düşkündür”. Sonra da şunu ilave ettim: “Ben bunu ona nasıl söylerim...”

İlk tepkim kendi üzüntüm değil, Pelin’in üzüntüsünü düşünmek olmuştu.

Sersemlemiş bir hâlde ve ne söyleyeceğimi düşünmeksizin bizimkileri yürüyüşten eve çağırdım. Pelin yüzümden anladı bir şeyler olduğunu. “Baban rahatsızlanmış, Mersin’e dönelim” dedim.

Yola çıktık, Pelin sürekli sorular soruyor ve beni sıkıştırıyordu. En sonunda kalp krizi geçirdiğini ve durumunun iyi olmadığını söyleyerek, hem onu hazırlamaya hem de zaman kazanmaya çalıştım.  
Pelin anladı her şeyi. 

Onun büyük üzüntüsü ve “Öldü değil mi” sorusunu sorduktan sonra dizlerine kapanarak ağlamaya başlamasıyla artık kendimi tutamayarak ben de ağlamaya başladım...
Verilmesi gereken acı haber verilememişti ama artık sözlere ihtiyaç yoktu...

Mersin’e gelinceye kadar acının somutlaşmış hâlini Pelin’de gördüm...
Sonrası çok acı...Eve gelmemiz ve camiye nasıl gittiğimiz biraz bulanık...

Pelin’in o anlarda ve o günlerdeki üzüntüsü aklıma geldiğinde ise hâlâ yüreğim dağlanıyor...

***

Ahmet Bey, Fındıkpınarı’nda uykusundayken bizlerden ayrılmış. Mutadı olduğu üzere sabah çarşıya inmeyince vefakâr esnaf arkadaşları ile kuzenleri Nazmiye ve Senih eve gelmişler ve yatağında bulmuşlar.

Bu, kimseye zararı ve zahmeti olmayan “adam”, son vedasında da hiç kimseyi yormadı. Tüm hayatını yaşadığı gibi, aynı tevazu içerisinde ve sonsuz bir yıldıza dönüşerek kaydı ellerimizden...

***

Ahmet Hilmi Gökçel, kimse hakkında bırakınız kötü bir şey yapmayı, kötü niyetle bile düşünmeyen bir kişiydi. 

İyi ve müşfik bir eş, sevgi dolu bir baba, sonsuz sevecenlikte bir dedeydi.  
Yüreği sevgi doluydu...

Ahmet Gökçel, kelimenin tam manasıyla “iyi bir insandı”.

Şimdi lütfen söyleyiniz bana: Çocuk, kitap, hayvan ve tabiatı böylesine seven bir kişi “iyi insan” sözleri dışında tanımlanabilir mi?

 

 

 

  • Mehmet S. Nane

  • 14 Ekim 2020

Sayfayı Paylaş

Yorumlar

Pelin Nane 14 Ekim 2020

Canım Mehmet'im, bu sürpriz ve muhteşem yazınla beni çok duygulandırdın. Sevgili babacığıma benzettiğim çok özelliğin var, birlikte vakit geçirip, konuşabileceğiniz çok şey vardı, olmadı. İyı ki o 2 seneyi yaşayabilmişiz. Teşekkür ederim güzel düşüncelerin ve kaleme döktüğün her bir hissin için.

Mehmet S. Nane 14 Ekim 2020

Pelin’im, hissettiklerimin çok azını yazdım. Senin de söylediğin gibi paylaşacağımız pek çok güzellik vardı. Birbirimizin dilinden konuşmaya yeni başlamıştık. Bu güzelliklerin yarım kalması beni üzüyor.

Harika Gökçel 14 Ekim 2020

Sevgili Mehmet'cim, damadım olduğun, ismini söylemekten gurur duyduğum, Ahmet Gökçel'den pek de farkı olmayan ahlakın için, kızımı sevdiğin, saygı duyduğun için, böyle bir yazıyı üstün edebiyat yetenek ve bilgin, kültürünle kaleme alıp duygularımıza tercüman olduğun için, tevazun için sana binlerce kere teşekkür ediyorum. Yazının sonunda benim için yazdıklarına da (!) teşekkür ediyorum. Ağlayarak okuduğumu belirtmeliyim. 

Celâl soycan 14 Ekim 2020

Giderek kirlenen, insana dair her şeyin ihmal edildiği hayatımızda duyguya, duyarlıklara pencere açan bu hatırlayislar çok kıymetlidir. Iyi insan olmanın tanımıdır böyle hayatlar; bize kendi varlığımızı emanet eden bir incelikle kaleme aldığınız hatıralar için size ve kaleminize sağlıklar diliyorum...

Mehmet S. Nane 14 Ekim 2020

Kıymetli Harika Hanım, o kadar güzel sözler söylemişsiniz ki umuyorum hak ediyorumdur. Mahcup ettiniz. Teşekkür ederim. ‘Perde pilavı’ yazılmasa tüm bu hikâye eksik kalırdı.

Mehmet S. Nane 14 Ekim 2020

Celâl Abi, sizin gibi çok değerli bir entelektüelden bu sözleri işitmek benim için fevkalade değerli ve anlamlı. Teşekkür ediyorum.

Alper Gökçel 14 Ekim 2020

Abi yüreğine, kalemine sağlık.. Güne hem biraz hüzün hemde güzel bir tebessüm ile başladım. Anılar film şeridi gibi geçti gözümün önünden. O kadar güzel anlatmış ve yazıya dökmüşsün ki tekrar tekrar okudum. Vesile olduğun için sonsuz teşekkürler.

Deren Taylan 14 Ekim 2020

Mehmet abiciğim, dedemi o kadar güzel anlatmışsıniz ki, o günlerimizi anarak, ağlayarak okudum hepsini. Ellerinize sağlik.

Mehmet S. Nane 14 Ekim 2020

Alperciğim rica ederim, ne demek. Ben de senin gibi buruk bir gülümseme ve hüzünle yazdım yazıyı.

Mehmet S. Nane 14 Ekim 2020

Derenciğim rica ederim. Ben de hüzünle yazdım dedeni ve sevgi, saygıyla anıyorum.

Peren Taylan 14 Ekim 2020

Mehmet abicigim, burda sabah saat 7. Gune sizin yazinizi okuyarak basladim. Kelimeleriniz cok duygulandirdi. Bana dedemi hatirlattiginiz icin tesekkur ederim.

Mehmet S. Nane 14 Ekim 2020

Peren’ciğim rica ederim. Dedeni hakikaten de duygulanmadan anamıyoruz.

Bünyat Akın 14 Ekim 2020

Ahmet ağabeyi çok güzel anlatmışsın . Mersin'e her geldiğimde huzur bulduğum ve uyuduğum oda ; O'nun çizgi romanlarının olduğu odaydı . Kimse hakkında olumsuz bir kelime söylediğini duymadım . Aramızdan çok erken ayrıldı ; ışıklarda uyusun .

Mehmet Gökçel 14 Ekim 2020

Mehmet abi diyecek kelime bulamıyorum. Hakikaten çok çok duygulandım. Bu kadar güzel anilmasi ve bu kadar güzel anlatılması muthis. Eline ,kalemine sağlık .

Canan Aravena Gokcel 14 Ekim 2020

Sevgili Mehmet, ellerine, yüreğine sağlık, amcacigim ancak bu kadar güzel ifade edilebilirdi. Cok büyük bir özlemle bir kez daha anmis olduk sayende, teşekkür ederiz.

Mehmet S. Nane 14 Ekim 2020

Rica ederim, ne demek. Ortak değerimizdi. Vedası çok erken oldu.
Bu yazı bir amaca daha hizmet etti: Bizim gibi onunla ilişkisi olmayan ya da tanımayanlara onu tanıtmış ve bu dünyada böyle bir değerin yaşadığını da anlatmış oldu.

Aziz Akgül 14 Ekim 2020

Bu güzel değerli bilgilendirici yazınız için çok teşekkürler. Çok kıymetli hayat arkadaşın Pelin kardeşim kapı komşumuz iyiki komşu olmuşum kardeşime. Ahmet Amcamla çok kısa bina girişindeki sohbet hariç uzun sohbetim olmadı bana gülümsemesi yetiyordu. Harika Ablam ailemin ablası onunla sohbetimiz bina girişinde tüm kedilerin karnını duyururken o ara sohbetimiz çok iyi. İyiki bu binaya taşındım iyiki Gökçel ailesini tanıdım onlarla her ortamda gururla söz ederim. Canan başkanım,Çok kıymetli Alper,Mehmet hepinizi çok seviyorum. Çok teşekkürler Mehmet abi.

Füsun İmren 14 Ekim 2020

Yazdıklarınızı yüzümde tebessümle okudum. Ben de Ahmet amcayla ilgili bir anımı anlatayım. Birgün yayladan Mersin’e iniyorduk. Radyoda Göksel’in şarkısı çalıyordu. Ahmet amca da parmaklarıyla direksiyonda ritm yapıyordu. Ne zaman bu şarkıyı dinlesem hep Ahmet amcayı anar ve o anı tekrar hatırlarım. Annem Nezihe ile Ahmet amcanın çok anıları vardır.Annem de yaylayı çok sever , çok geç inerdi.Hepimiz için güzel insandı. Allah rahmet eylesin.

Mehmet S. Nane 14 Ekim 2020

Aziz Bey, nazik mesajınız için ben de size teşekkür ederim. Ahmet Bey’i bir yazıyla andığım için çok mutluyum. Sizin gibi değerli dostlarının bu güzel mesajları bana ayrıca mutluluk verdi. Gökçel ailesine olan bu sevginizi onların da size karşı hissettiklerine eminim.

Mehmet S. Nane 14 Ekim 2020

Füsun Hanım, anınız yazıya hoş bir katkı oldu; teşekkür ederim. Bizden önceki neslin yayla sevgisini onları anarak biz devam ettiriyoruz. Annenizle tanışıyoruz. Elinden kahve içmişliğim de vardır. Hürmetlerimi iletirseniz çok memnun olurum.

Ayşegül Tepe 14 Ekim 2020

Elinize,yüreğinize gönlünüze sağlık Ahmet abi annem Sevinç Akay (Alper)'in halasının oğluydu en son O çok sevdiği Fındıkpınarı nda görüşmüştük.Mekanı cennet olsun çok güzel anlatmışsınız teşekkürler .Başınız sağolsun.

Mehmet S. Nane 14 Ekim 2020

Nazik mesajınıza ve iyi dileklerinize teşekkür ederim.

Sami GÜVENÇ 15 Ekim 2020

Mehmet bey cok güzel ozetlemişsiniz Ahmet ağbi sevgi ve saygı duydugum ender insanlardan yayla temel komsumuz yokluğu icimizde derin yara. Allah rahmet eylesin.

Mehmet S. Nane 15 Ekim 2020

Sami Bey, teşekkür ederim. Ahmet Bey de size ve komşuluğunuza değer verirdi.

Birhan Gokcel 15 Ekim 2020

Sevgili Mehmet, Bizleri cok duygulandırdın. Hayat denilen şey acisiyla, tatlısıyla yaşananlar, geriye kalan guzel anilardir. Anılarımızı usta kaleminle ölümsüzleştirdiğin için cok teşekkürler, yüreğine sağlık.

Mehmet S. Nane 15 Ekim 2020

Kıymetli Birhan Hanım, rica ederim; ne demek. Ben de nazik mesajınız için size teşekkür ederim.

Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın

leaf-right
leaf-right