Sylvia Plath

 

Bu yazıyı yazmaya başlamadan evvel, Sylvia Plath‘ın kitaplığımda bulunan “Sırça Fanus” kitabına şöyle bir göz attım. Kitabı 1992’de okuduğumu not düşmüşüm.

O tarihte 26 yaşımdaydım. Roman bittiğinde tek kelimeyle çarpılmıştım. Fakat bu daha bir şey değilmiş. Roman bittikten sonra yaklaşık 20 sayfalık bir bölüm daha vardı:

“Sylvia Plath için notlar, Lois Ames, Sylvia Plath’ın kendi çizdiği resimlerle.”

Çok iyi hatırlıyorum, o kısa bölümü okumadan evvel romanı iyice sindirebilmek için biraz ara vermiştim. 
Notları okumaya başlayınca ilkinden daha fazla çarpıldım. Çünkü o notlar arasında 1954 yılında Smith College’daki öğrenciliği sırasında yazdığı bir şiir vardı:

“Çılgın Kızın Aşk Şarkısı."

Çok etkilendim bu şiirden. Hem de çok. Ve elbette ki çok sevdim. İlk okumamın üzerinden neredeyse 30 sene geçti hâlâ o muhteşem lezzeti aynı tazelikte alıyorum. Bilemiyorum, belki de size hitap etmeyen bir şiirdir. Fakat benim hissettiklerim böyle...

Şunu da ilave etmeliyim: Romanı ve tabii ki şiiri de Handan Saraç Türkçe’ye çevirmiş. Ben o şiiri okuyunca, çevirmen kalitesinin ne kadar önemli olduğunu çok daha iyi anladım. Özellikle şiir çevirilerinde.  
Eğer çevirmen “şiiri bilmiyorsa” yapacak hiçbir şey yok. O çeviri şiir olmayacaktır.  
“İyi” şiir çevirisi yapılabilmes
i için, çevirmenin, şiirin yazıldığı dildeki anlamına nüfuz etmesi gereklidir. Şiirle bütünleşmesi ve şiirin duygusunu okuyucuya aktarması olmazsa olmaz ilk şarttır. 

Çok şanslıyım ki bu değerli çevirmen sayesinde iyi çevirinin önemini çok genç yaşımda fark ettim.

Bir ilave daha yapmalıyım: Şiiri okuduktan sonra Sylvia Plath’a "Çılgın Kızın Aşk Şarkısı"na atfen bir şiir yazmıştım. Yazık ki, çok yazık ki o şiiri bulamıyorum...

Şimdi dilerseniz, manik depresif bir edebiyat dahisi olan Sylvia Plath’ı biraz daha yakından tanıyalım...

***

Sylvia Plath 27 Ekim 1932 tarihinde Amerikalı anne Aurelia ile Alman baba Otto’nun ilk çocukları olarak Amerika’nın Boston eyaletinin Massachusetts şehrinde dünyaya geldi. 
Bütün hayatı boyunca manik depresif ruhsal hastalıkla boğuştu.        

Babası profesördü ve Sylvia, dozu zaman içinde şiddetlenecek biçimde ondan nefret ediyordu. Otto Plath, ayağı 1940 yılında şeker hastalığına bağlı olarak kesildikten bir müddet sonra ortaya çıkan komplikasyon sonucu hayatını kaybetti. 

Sylvia ilk şiirini 8 yaşındayken, babasının öldüğü yıl yazdı. 
İlginçtir; babasının ölümünden sonra ona duyduğu nefret hiç azalmadı. Ve bu hissettikleri ilerideki hayatında ona çok büyük sorun yarattı. 

Sylvia Plath, yıllar sonra, annesinin hasta olan erkek kardeşine ilgi göstermekten kendisini ihmal ettiğini söyleyecektir.
Karşımızda babasından nefret eden, annesinden hoşnut olmayan ve kardeşini kıskanan küçük bir kız çocuğu vardır.

Diğer etkenler dışında bu aile yapısının onda ruhsal rahatsızlık yarattığı kendi açıklamalarından ortaya çıkmaktadır.

***

Çok belirgindir: Sylvia, mutsuz bir çocukluk geçirdi. Çocukluğunda bir ara resimle de ilgilendi fakat daha sonra şiirde karar kıldı ve henüz 14 yaşındayken oldukça dikkat çekici bir şiir yazdı:

 

"CANIM YANMAZ SANMIŞTIM"

"Canım yanmaz sanmıştım;  
Kendimi acı geçirmez sanmıştım 
Bağışıklık kazandı mı ruhsal acıya  
ya da ıstıraba

Nisan güneşiyle ısınmıştı dünyam
yeşil ve altın renkleriyle pullanmıştı düşüncelerim
ruhum neşeyle doluydu yine de hissettim
yalnız neşenin zapt edebileceği
o keskin tatlı acıyı

Daha yükseğe uçtu ruhum martılardan 
durup bir nefes almadan çok yükseklere uçan
şimdi sürtüyorlar pırpır eden kanatlarını
gökyüzünün mavi çatısına

(İnsan kalbi çok narin olsa gerek-   
atan bir nabız, titrek bir şey
kırılgan, kristalden bir enstrüman parıldayan
ya ancak ağlayabilen ya da şarkı söyleyebilen)

Sonra, ansızın griye döndü kalbim
ve karanlık neşemi alıp götürdü
Mat ve ağrılı bir boşluk kaldı geriye
dikkatsiz ellerin yok etmek için uzandığı

Benim gümüşten mutluluk ağım
Hayretle duraksadı o eller 
beni sevdiğinden 
gök kubbemin enkazını görebilmek için döktü gözyaşlarını   
 
(İnsan kalbi çok narin olsa gerek-   
atan bir nabız, titrek bir şey  
kırılgan, kristalden bir enstrüman  
parıldayan ya ancak ağlayabilen ya da şarkı söyleyebilen)”

(Bu güzel şiirin, güzel çevirisi Hande Karataş’a ait.) 
 
***
 
Sylvia Plath, 1950 yılında Smith College’a başladığı senenin ikinci yarı yılında ilk intihar teşebbüsünde bulundu. Akıl hastanesine yatırıldı ve bir süre tedavi gördü.

Sylvia, deha derecesinde başarılı bir öğrenciydi. Smith College’dan 1955 senesinden “Summa cum laude” üstün iftihar derecesi ile mezun oldu. 
Fulbright burslu olarak öğrenimine Cambridge Üniversitesi’nde devam etti. 

***

Aslında, hem okulu hem de şiir çalışmaları çok başarılı ve tatminkârdı. Fakat ruh sağlığının çok dalgalı olması ve bir türlü tam iyileşememesi bu güzel dönemi istediği şekilde yaşamasına mani oldu.

O günlerde yazmaya devam ettiği şiirlerini üniversitenin “Varsity” isimli öğrenci gazetesinde yayımlamaya başladı.          

Plath, 1956 yılında evleneceği İngiliz şair Ted Hughes ile Cambridge’de tanıştı. Evlendikten sonra Boston’a dönerek orada yaşamaya başladılar. Hamile kalmasının ardından da Londra’ya döndüler. 
Londra’da vaktiyle şair William Butler Yeats’e ait olan evde oturuyor olmasını çok olumlu bir işaret olarak algıladı ve hayatı bir müddet normale döner gibi oldu.          

***

İlk çocuklarının doğumundan sonra Sylvia’nın kıskançlık krizleri başladı. Boşanmayı düşünse de bir müddet sonra vazgeçti ve ikinci çocuğunu dünyaya getirdi.

Bu dönemde Ted Hughes evden iyice uzaklaşarak karısını aldatmaya başladı. Bir kısır döngüye girmişlerdi. Ted’in evden ve kendisinden uzaklaşması Sylvia’nın ruh sağlığını etkiliyor, bu da Ted’e evden "kaçması” için yeterli sebep yaratıyordu.

Assia ve David Wevill, Sylvia ve Ted’in komşularıydı. 
Bir müddet sonra Ted ve Assia arasında ilişki başladı. Bu durum Sylvia’yı derin bir kedere itti ve depresyonu çok ağırlaştı.

1963 yılının kış aylarına gelindiğinde ruh sağlığı tamamen bozulmuştu.

***

Sylvia Plath, çocuklarını çok seviyordu ve onlarla zaman geçirmekten de çok mutluydu. Bununla beraber, şair olan kocası sanatını yapmak için tamamen özgürken ve evi ile de bağlantısını neredeyse koparmışken, kendisinin şiire ve romana istediği gibi eğilememesi onu fikren zorluyordu.

 Plath, evliliğini daha fazla devam ettiremedi. Evliliği sonlandıktan hemen sonra yazar Jillian Becker ile tanıştı, ona bağlandı ve çok iyi arkadaş oldular. Jillian, kocası Gerry ile kısa bir dönem için Sylvia’ya oldukça destek oldu. 
Fakat bu arkadaşlık da girdiği sarmaldan çıkmasına yetmeyecekti...           

 ***

Sylvia Plath, 11 Şubat 1963 tarihinde evin ikinci katında uyumakta olan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bıraktıktan sonra odanın kapısını içeriye gaz girmeyeceğinden emin oluncaya kadar sıkıca bantladı ve mutfağa gitti.

Fırının gazını açtıktan sonra uyku ilacı içti ve kafasını fırının içine sokarak hayatına son verdi; henüz 31 yaşındaydı…

***

Bu, “Geliyorum” diye adeta bağıran intihardan sonra Ted Hughes pek çok kişi tarafından suçlandı. Sonradan anılarını yazan Hughes, bu intiharın “önlenemez” olduğunu iddia etti.

Bu doğru muydu, değil miydi bilinmez ama bir gerçek var ki o da Sylvia Plath’ın oğlunun da yıllar sonra 47 yaşındayken kendisini asarak intihar ettiğidir...

Birkaç yıl sonra çok ilginç bir şey daha yaşandı. Ted’le yaşamaya devam eden Assia, Sylvia’nın intiharından 8 sene sonra, 1969’da intihar ederek hayatını son verdi. 
Fakat maalesef yanına Ted’den olan kızını alarak ve onu da ölüme sürükleyerek...

***

Sylvia Plath, Anne Sexton ile “gizdökümcü” şiirin (itirafçı şiir) en önemli ismi olarak kabul edilir. “Sırça Fanus” isimli yarı otobiyografik romanı en bilinen eseridir. Bu romanda içinde bulunduğu derin depresyonun da işaretlerini verir. 
Roman, birçok Amerikalı eleştirmen tarafından Amerika’nın ilk feminist romanı olarak nitelendirilmektedir.

Plath, Simone de Beauvoir, Virginia Woolf ve Marguerite Duras gibi isimlerle bir arada yirminci yüzyılın en büyük kadın edebiyatçılarından biri olarak kabul edilmektedir.

Sylvia Plath’ın en önemli özelliği olarak, “okurun ruhuna dokunması” gösterilmektedir. Gerçekte; kırılgan ve karamsar ruh yapısının eserlerine böyle bir naif taraf kattığı da düşünülebilir.

Hayatı, “Sylvia” isimli filmle sinemaya aktarılmış ve Oscarlı oyuncu Gwyneth Paltrow tarafından canlandırılmıştır.

***

Yazıyı o harika şiirle tamlamamak istiyorum.

 

“ÇILGIN KIZIN AŞK ŞARKISI"

"Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya; 
Yeniden doğuyor açınca gözlerimi. 
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)

Yıldızlar dans ediyor mavilerle, kırmızılarla, 
Dörtnala geliyor keyfince karanlık: 
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.

Beni büyüyle çektiğin yatağa, bunu düşledim, 
Şarkılar söyledin çılgınca, delice öptün. 
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)

Tanrı düşüyor gökten, sönüyor cehennem ateşleri: 
Çekip gidiyor melekler de, şeytanın adamları da: 
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya. 

Söylediğin gibi dönersin demiştim, 
Ama yaşlanıyorum artık, unuttum adını. 
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)

Bir fırtına kuşunu sevmeliydim senin yerine;
Bahar gelince gökyüzünü basarlar hiç değilse 
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.  
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)”

 

 
 


 

  • Mehmet S. Nane

  • 21 Kasım 2020

Sayfayı Paylaş

Yorumlar

Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın

leaf-right
leaf-right