Kalbinizi rahat bırakınız lütfen: Aşk beynin işidir...

 

Şu Korona musibeti pek çok alışkanlığımızla birlikte sosyal davranışlarımıza, temaslarımıza ve tüm sosyalleşme faaliyetlerimize de çok büyük darbe vurdu. 
Bir arkadaşımızla, eşimizle-dostumuzla el sıkışabilmek, kucaklaşabilmek ne de önemliymiş. Bu temaslar ne büyük bir ihtiyaca cevap veriyormuş meğerse...

***

Koronalı günlerde dostlarla görüşmelerimizi daha çok telefonla yapıyoruz.   
Fakat bazı zamanlar var ki, “Yeter artık” diyerek, buluşup sohbet etme ihtiyacına direnemiyoruz. Tabii ki önlemlerimizi alarak...

***

İşte, bu ihtiyaçla geçtiğimiz Çarşamba günü, 30 senelik kadim bir dostumla buluştuk.    
Gerçi el bile sıkışamadık, üç metre mesafeyle oturduk ama varsın olsun...

Dostum, öğleden sonra fabrikaya ziyaretime geldi ve yaklaşık üç buçuk saat aralıksız sohbet ettik.

***

Arkadaşımla içeceklerimiz eşliğinde çok hoş ve doyurucu bir sohbet yaptık. Sohbetin bir yerinde söz, geçtiğimiz Salı günü yazdığım “Şair âşık olunca” yazı dizisine geldi.  
Eksik olmasın, yazıyı beğendiğini söyledi. Cevaben, ikinci ve üçüncü bölümlerini de yazacağımı söyledim; memnun oldu.

Sohbetin bu bölümünde bir müddet şiirden, aşktan ve şairlerin âşık olduklarında yazdıkları şiirlerden konuştuk. Bu esnada ileri sürdüğüm bazı görüşler ve söylediğim birkaç söz için “Bunları mutlaka yazmalısın” dedi. 
Malûm, arkadaş hatırıdır kırılmaz; hele ki misafirse... 
Bu makaleyle, ona verdiğim yazı sözünü tutmuş oluyorum.

***

Ne kadar zaman önce, kim öne sürdü bilmiyorum ama tüm dünyada aşkın simgesi kalptir. Bunu herkes bilir. 
Oysa; şu da bilinir ki, düşünsel olan her eylem gibi, âşık olmak da beynin işidir. 

Âşık olmak, kimyasal bir süreçtir. Ya da süreçlerin birbirini tetiklemesi ve kimyasallar/hormonlar salgılanmasıdır. Bu durum, istem dışıdır.

Âşık olunduğunda, rutin dışı davranışlara sebep olan kimyasal ve hormonlar artar. İşin ilginci ise mantık ve akıl yürütme gibi davranışları denetleyen kimyasalların geri planda kalmasıdır. 
Yani aşk kimyasalları diğerlerine baskın çıkarak, “aşkın en uç hâl ve davranışlarının” oluşmasına yol açar.

***

Bu kimyasallarla hormonların başlıcaları; feniletilamin, endorfin, oksitosin, dopamin, norepinefrin, noradrenalin ve amfetamin’dir. 
Ayrıca, östrojen, testosteron ve vasopressin hormonları ile feromonları da unutmamak lazım.

***

Bu doğal kimyasal ve hormonların her biri değişik “aşk hâllerinden” sorumludur. 

Mesela, âşık olunca ortaya çıkan iştah kaybı, uykusuzluk ve kalp atışlarının hızlanması feniletilamin ve dopaminin fazla salgılanmasından kaynaklanmaktadır. 

Noradrenalin, nabız  ve tansiyon yükselmesine yol açar. 

Âşık kişide endorfinin artmasıyla şefkat ve içtenlik hissi çok kuvvetlenir. 

Cinsel isteğin artması ise kadınlarda östrojen, erkeklerde testosteron hormonlarının artışıyla ilgilidir.

Ve bunlar gibi pek çok etki ve etkileşim...

***

Aşk bir “çarpılmadır.” Beynin bombardımana uğramasıdır.
Yaşanan tüm savrulmalar ve uçlara sürüklenişler, bazı davranışlardaki abartılar, her manada dengenin kaybedilmesi hep bu çarpılmanın eseridir.

Aşk, uçlarda yaşanır. Mutluluktan insanın ayaklarını yerden kestiği gibi, en derin kederlere de sürükleyebilir... 

***

Söylemek lazımdır: Her aşkın bir süresi, bir ömrü vardır. Bu da beyninizdeki faaliyetlerle birebir ilintilidir. Her beyinde yani her kişide söz konusu faaliyetler farklı seyrettiğinden elbette ki aşkların süreleri de farklıdır.

Hormonlar normal seviyesine indiğinde ve kimyasallar olağan ritmine döndüğünde aşk da biter. Mühim olan ondan sonrasıdır. 
Eğer çift, aşkın hükmünü sürdüğü dönemde sevgi ve paylaşımlarını, saygı ve anlayışla tahkim etmişse yeni bir evre başlamış demektir. 
Bu da; sevgi, saygı, şefkat ve paylaşımın yaşandığı harika bir beraberlik dönemidir. 

Âşık olma “sürecinden” sonra gelen bu dingin ilişki tarzı, doğası gereği, büyük mutlulukları barındırma potansiyeline sahiptir.   
Böyle bir ilişki daha sakin, huzurlu ve dengeli yaşanacağından ve savrulmalar yaşanmayacağından çok daha fazla konforludur...

Bu evrede yaşayacağınız mutluluk ya da mutsuzluk, aşktan sonrasına ne bıraktığınızla ilgilidir...

Aşktan sonra gelen bu dönemde aşkın “çılgın” davranışlarını beklemek ve göremeyince hayal kırıklığına uğramak sıkça düşülen bir hatadır. 
Oysa; esas olan, “yerine neyin geldiğidir.”

Aşk ve onun yerine ikame edilerek uzun süreler varlığını koruyan sevgi ve paylaşım birbirinden kalın çizgilerle ayrılır. 
Önemle kaydetmek lazımdır: Aşk, yenidir...

***

Unutmayınız: Sonsuz aşk yoktur. Olamaz. 
Bilime aykırıdır...   
Sonsuz olduğu düşünülen aşkların hepsi de yarım kalmış ya da kavuşulamamış olanlardır...

***

Çok çok özet olarak aktarmaya çalıştığım bu gerekçelerden dolayı, aşk beyinde başlıyor ve beyinde bitiyor...

Aşkı romantik kalp işaretleriyle tanımlayanlar kızmasın ama aşk, kimyasal reaksiyonlar silsilesi ve bütünüdür...

***

Görüldüğü üzere, kalbin aşk işinde bir dahli yoktur. Kalp, olsa olsa, dopaminin çokça salgılanması sebebiyle fazla kan pompalar; o kadar...

Kalp, her vücut için hayati bir organdır. Fakat bu kendi hâlinde organcığa âşık olmak gibi büyük bir sorumluluğu yüklemek de haksızlıktır.  
Hem de; bu karmaşık, netameli, yorucu, yıpratıcı ve bir o kadar da muazzam hazlar vererek uçlarda gezinen “aşk”la kıyısından kenarından ilgisi olmadığı hâlde...

***

Sevgili dostlarım, kalplerinizi üzmeyiniz lütfen. Ona yüklenemeyeceği mesuliyetler vermeyiniz. Bırakınız, işini yapsın. Kirli kanı temizleyerek vücuda geri yollasın ve hayati işlevini yerine getirsin...

Sakince, kendi ritmiyle, karmaşadan uzak...

***

Bana, “Bunca zamandır bu iş böyle gelmiş. Aşk, kalp işaretiyle anılmış ve simgelenmiş; bunu beyin şekliyle mi değiştireceğiz” diye itiraz ederseniz eğer, sizi haklı bulurum ve “Kalbe devam” derim...

 

 

 

 

 

 

 

 

  • Mehmet S. Nane

  • 8 Aralık 2020

Sayfayı Paylaş

Yorumlar

Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın

leaf-right
leaf-right