Tünelin sonundaki ışık (1)
Değerli okurlar, bugünden itibaren 4 makalelik bir yazı dizisine başlıyoruz. Bu yazılarda ülkemizde son 75 yılda yaşanan ideolojik değişmeleri, gelişmeleri ve savrulmaları inceleyeceğim. Makalenin odağında ise Cumhuriyet’in kurucu yıllarıyla bağlantılı olarak son 40 yıl ve son 20 yıl yer alacak.
Bu süreçte yaşanan siyasi-ideolojik olayları tespit ettikten sonra geleceğe dair öngörüm de yazının son bölümünde yer alacak.
Bu yazıları, bu konulardaki kişisel manifestom, Batı emperyalizmi ve yerli işbirlikçileriyle fikrî hesaplaşmam olarak da okuyabilirsiniz.
***
AKP’nin uzun süreli iktidarında Cumhuriyet’in örselenen ve özünden uzaklaştırılan pek çok kurucu değeri var.
Kişisel kanaatim, Türkiye’nin önümüzdeki seçimlerde “Cumhuriyet ayarlarına” döneceği yönündedir. Bunun için başta CHP ve CHP’li belediyeler olmak üzere muhalefetin çok çalışması, halka kendini iyi anlatması, güven vermesi ve umut olması gerekmektedir.
Bunların hepsi olmazsa olmazdır ama tarihin akışı da Cumhuriyet’e dönüşün kuvvetli işaretlerini vermektedir.
İsterseniz bu konuda biraz sohbet edelim.
***
Türkiye II. Dünya Savaşı’nın sonunda, şartların da zorlamasıyla, 1946 yılında çok partili sisteme geçmiştir. Eş zamanlı olarak ve özellikle de 1950 seçimlerinden sonra ise tamamıyla “Atlantik Sistem”e bağlanmıştır. Bu durum 1952 senesindeki NATO üyeliğinden sonra pekişmiştir.
Özetle, sevgili ülkemiz son 75 senedir her manada emperyalizmin etkisinde ve maalesef bazı konularda da güdümündedir.
24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları’nı müteakiben yaşanan 12 Eylül 1980 darbe faciasından sonra Türkiye dünyada yükselen neoliberalizmin mutlak etkisine girmiştir. Turgut Özal, emperyalist Batı ve ABD özelinde “tam aradıkları adam” olarak bu politikaları eksiksiz olarak uygulamıştır.
Cumhuriyet tarihimizin az evvel zikrettiğim 75 yıllık tarihinin özellikle son 40 yılı ülkemizin şu an yaşadığı her türlü zorluğun da başlangıcı ve birinci derecede sorumlusu olmuştur.
Neoliberal siyasetin olumsuz etkileri; sonraki on yıllara yayılan serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme ve küreselleşme politikaları ile kendini hissettirmiştir.
Bu söylem ve politikalarla daha önceki pek çok yazımda işlediğim üzere, ‘Devletçilik’ ilkesi ‘öcü’ ilan edilmiş, Devlet, ekonomik sektörlerden dışlanmıştır. Bu siyasetin gereği olarak da Cumhuriyet’in on yıllarca uğraşıp didinerek ortaya çıkardığı ekonomik değerler ‘üç-otuz paraya’ haraç-mezat elden çıkarılmıştır.
Özelleştirmeler; vicdanlar sızlamadan, ‘acımasızca’ yapılırken de topluma Kamu İktisadi Teşekkülleri’nin (KİT) zarar ettiği, halka yük oluşturduğu, Devlet’in ‘ticaret’ yapmaması gerektiği ve bu yükün kalkması ile halkın refahının artacağı yalanları söylenerek, yükselmesi muhtemel tepkiler önlenmiştir.
Oysa ki Devlet’in bu iktisadi faaliyetlerindeki esas amacının ticari olmadığı, stratejik ekonomik sektörler üzerindeki Devlet etkisinin ve denetiminin olması gerekliliği halktan gizlenmiştir.
Konunun sosyal boyutu ise hiç gündeme gelmemiştir bile.
Şükrü Altınova 21 Mayıs 2021
KİT "ler o yıllarda biliçli şekilde zarar ettirilip o yılların deyimi ile "görev zararı" yazılarak bütçeye yük oluyor diye"üç otuz paraya" yandaşlara satılmıştır.Ayn