Tünelin sonundaki ışık (2)
Zaman ilerledikçe bu neoliberal politikalar Batı tarafından insan hakları, demokratikleşme, özgürlük, çok kültürlülük soslarıyla süslenerek halka sunulmuştur. Bunlar yapılırken eş zamanlı olarak İslâmcı ve Kürtçü hareketler de desteklenmiştir. Bir ileri adım olarak da Kürtler için ana dilde eğitim, federasyon ve hatta özerklik talepleri yükselmeye başlamıştır.
Elbette ki emperyalist Batı kurgulu olarak tüm bu yapılanlar Cumhuriyet’in içinin boşaltılması, Atatürk’ün ve Atatürkçülüğün özünden uzaklaştırılarak sadece şekil olarak var olmasının sağlanmasına yöneliktir. Ne yazık ki başarılı da olmuştur.
Özellikle Atatürk’ün fikirleri, ilkeleri, başardıkları toplumdan adım adım koparılmış, unutulmaya terk edilmiştir. En fenası, okul müfredatları da bu sinsi amaçlarına uygun olarak hazırlanmıştır.
Kalıp haline getirilen ve “Atatürkçü Düşünce Sistemi“ adıyla dayatılanlar Atatürk’ü ‘putlaştırmaktan’ başka işe yaramamıştır; zaten hedef de budur.
Tüm bunlar Atatürk’ün ismini ağzından düşürmeyen ABD icazetli 12 Eylül cuntacıları tarafından yapılmıştır. Yaptıkları tüm kötü işlerde olduğu gibi bu konuda da büyük veballeri vardır.
Tarih onları affetmeyecektir!
***
Yirminci yüzyılın bitiminin hemen ardından 2000’li yılların başında İslâmcı hareket ‘liberal aydınları’ keşfetmiş ve bir süre onlarla işbirliği yapmıştır. Esasında bu bir işbirliği değildir. Onları geçici bir süre kullanmıştır. Bu ittifaka kendi partileri olmasına rağmen Kürt milliyetçileri de zaman zaman açık ya da örtülü destek vermiştir.
Artık, ‘kullanışlı’ liberaller ile bazı Kürtler yeni kurulmuş olan ve daha fazla özgürlük ve demokrasi vaat eden AKP ile ortak hareket etme kıvamına gelmiştir.
(Bu yazıda elbette ki tüm liberalleri ve Kürtleri kastetmiyorum. Zaten böyle ‘toptancı’ bir yaklaşım akla da, mantığa da uygun değil. Tehlikeyi daha ilk başında sezen ve tüm bu yapılanlar ve yapılacaklarla arasına mesafe koyan bazı liberal ve Kürt kökenli yurttaşlarımızı da burada anmalıyız.)
***
2007 yılından itibaren Cumhuriyet’in istisnasız tüm kurumları; başta Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve yargı olmak üzere bir bir çökertilmeye başlanmıştır. Bu da, hukuk bir ‘sopa’ olarak kullanılarak, ABD’nin kurdurmuş olduğu ve yönettiği hain terör örgütünün yerli işbirlikçileri eliyle yapılmıştır.
AKP sözünü verdiği demokrasinin tam manasıyla işlerlik kazanması için Anayasa değişikliği yapmak yerine bu değişiklikleri kendi ideolojisi doğrultusunda biçimlendirmiştir. Ve beklenen demokratik hamlelerin tam tersi işler yapmaya başlamıştır.
Artık belli olmuştur ki AKP Cumhuriyet’le bir hesaplaşma ve bir ‘rövanş’ peşindedir. Bu amaçlarını da hiç gizlememişler, pek çok parti yöneticisi bu konuda açık açık konuşmuştur. Bu hedeflerini dışa vuran onlarca söz ve demeçleri vardır.
***
Bu dönemde ‘kumpas davaları’ ile TSK’nın en nitelikli komutanları zindanlara atılarak tasfiye edilmiş, yapılan 12 Eylül 2010 referandumuyla da tüm yüksek yargının yapısı değiştirilmiştir.
Koskoca memlekette az sayıda namuslu aydından ve Silivri zindanındaki kahramanlara destek veren bir avuç halktan başka sesi çıkan olmamıştır.
Muhalefet partileri susmuştur ve ne üzücüdür ki “Atatürk’ün partisi” olmanın onuruna sahip olan CHP’nin sesi çok cılız çıkmış, çok yetersiz kalmıştır.
Yorumlar
Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın