Milletine sevdalı bir Cumhurbaşkanı

 

Değerli okurlar, rahatsızlığım sebebiyle yaylada istirahate çekildiğim bu yaz günlerinde okumaya bol bol zaman ayırma imkânım oluyor. Bazı değerli eserleri birden fazla defa okuma alışkanlığım olduğu için, ilk olarak Kasım 2004’te okuduğum, Hasan Rıza Soyak’ın oldukça geniş hacimli ve kıymetli eseri “Atatürk’ten Hatıralar”* kitabını tekrar okumaya başladım.     
Hatırlatmak isterim, Hasan Rıza, eşsiz Atatürk’ün son Genel Sekreteri'ydi. 

Bu yazımda, bu eserden alıntılayacağım iki bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum. 
İlk olarak, Atatürk’ün kendisine hakaret eden bir vatandaşa karşı engin hoşgörüsünü gösteren örnekle başlayalım.   
Söz Soyak’ta:

“(…) Fakat halkın ve bilhassa köylülerin büyük kısmı sigaralarını gazete kağıdı ile sarmak zorunda kalmışlardı… 
Bir gün vatandaşın biri kasaba veya köy kahvesinde böyle hazırladığı bir sigara içerken fena kokusundan şikâyet ediyor ve bütün iyilik ve kötülükleri en başta bulunana atfetmek itiyadı ile Atatürk aleyhinde ağzına geleni söylüyor.  

İş hükümete intikal ediyor. Cumhurbaşkanına karşı işlenen suçlardan dolayı takibatta bulunmak onun (Atatürk’ün) müsaade ve muvafakatına bağlı olduğu için, ilgili vekil (bakan) meseleyi kendisine arz ediyor. Takibat için müsaadelerini istiyor.  
Atatürk vekile soruyor:

‘Sen hiç gazete kâğıdı ile sarılmış sigara içtin mi?’  

Vekil cevap veriyor:

‘Hayır efendim.’ 

Atatürk:

‘Ben içtim’ diyor, ‘o kadar berbat bir şeydir ki… Adam haklıdır, ben de olsam aynı şeyi yapardım. Takibata lüzum yoktur. Serbest bırakınız…”

O eşsiz değerdeki adamın, vatandaşın belli ki çok ağır söz ve hakaretlerine yaklaşımındaki hoşgörüye, anlayışa ve vatandaşı haklı bulan yüce gönüllülüğe ve olgunluğa bakar mısınız…

***

İkinci örnek ise onun milletine olan sevgiden de öte olan düşkünlüğünün ve verdiği değerin göstergelerinden biridir. Atatürk, her fırsat ve vesileyle halkla buluşmaktan, onlarla iç içe olmaktan ve kaynaşmaktan sonsuz bir mutluluk ve zevk duyardı. 
Kendi güvenliği için halkın rahatsız edilmesine asla müsaade etmezdi. 
Hasan Rıza Soyak anlatıyor:

“(…) Asayişi ve şahsını muhafaza vesilesiyle halkı sıkıntıya sokacak ve onunla doğrudan doğruya temasını güçleştirecek şekilde sert tedbirler alınmasına katiyen rıza göstermezdi.

(…) Atatürk Bursa’da Cumhuriyet köşküne misafir edilmişti. Köşkün şehir dışındaki dik ve virajlı yolu tütün tarlaları arasından geçiyordu. Mevsim itibari ile tütün fideleri çok gelişmiş ve yükselmişti. Öyle ki burada da bulunması muhtemel olan kötü niyetliler tarlaların içine görünmeden girip gizlenebilir ve virajlarda yavaşlayacak otomobile tecavüzde bulunabilirlerdi.

Muhafız Komutanı arkadaşım İsmail Hakkı Tekçe ile bu ihtimali göz önüne aldık. Tedbir olarak yolun iki tarafına, bilhassa virajlara sık sık süngülü nöbetçiler koymayı münasip gördük.

Atatürk Bursa’ya bir akşamüstü gelmiş, köşke çıkıncaya kadar hava iyice kararmıştı. Tabii bu durumda kendisi bizim pek münasip ve isabetli bulduğumuz muhafaza tertibinin farkına varmamıştı. Ancak ertesi gün şehre inişinde vaziyeti yani yolun süngülü nöbetçilerle sarıldığını görmüştü.

Köşke dönüşünde beni çağırmış, gittim. Ayaktaydı, kırgın ve kızgın görünüyordu. Yüzüme dikkatle bakarak sordu:

‘Yoldaki hâl nedir?‘

Birdenbire şaşırmıştım, cevap veremedim; sözüne devam etti:

‘Sen olsan ve buraya gelip benimle görüşmek istesen, iki yanı süngülü askerlerle tutulmuş bir yoldan geçmek hoşuna gider miydi?’

Kekeledim:

‘Efendim, bu tedbir yalnız siz geçerken alınıyor.’

‘Nasıl olursa olsun iyi bir şey değil. Esasen buna lüzum da yoktur, bir daha yapılmamalıdır; hatta kapıdaki resmî elbiseli polisleri de istemem. Lazımsa onların yerine siviller kullanırsınız. Hiç unutmayın alınacak koruma tedbirleri halkı hiçbir suretle ürkütmeyecek ve rencide etmeyecek şekilde olmalıdır’ emrini verdi.”

***

Soyak devam ediyor:

“(…) Bilindiği gibi, Atatürk son yıllarda yazın birkaç ayını Florya’da geçiriyordu. Her gün çok kalabalık bir halk kitlesi ile dolup taşan bu plajda ‘Halk arasında huzursuzluk yaratır‘ diye hiçbir şekilde açık ve silahlı muhafaza tertibi alınmasına hatta resmî elbiseli asker ve polisin bu işte kullanılmasına rıza göstermiyordu.

Hemen her gün -hem de plajın en kalabalık bulunduğu saatlerde- çıkıyor, mayolu veya giyinik halkın arasına giriyordu; yahut bir sandala binip denize açılıyor, çevresi halk ve bilhassa gençler tarafından sarılı olarak uzun müddet denizde kalıyordu.

O, bu gezintilerden pek memnundu; çünkü dediğim gibi, öteden beri büyük sevgi ve saygı ile bağlı olduğu yurttaşlarının arasında bulunmak, onlarla birlikte eğlenmek, neşelenmek O’nun başlıca zevki idi.”

***

Atatürk, yaptığı büyük işlerin övülmesinden hoşlanmaz, böyle durumlarda “Ben ne yaptıysam milletle beraber yaptım” derdi. Muazzam bir tevazua sahipti. En çok hoşuna giden şey, muhatabının ve herkesin O’nu halktan biri, “milletin bir ferdi” olarak nitelemesiydi. Onun için en büyük armağan halkla iç içe olmak, en büyük rütbe Türk milletine mensup olmaktı.

Siyasi iktidar ve güç sebebiyle planlanan 1926 İzmir suikastinden sonra bile halkla arasına asla mesafe koymadı. Milletten korkmadı. 

Halkla her fırsatta temas kurdu, iç içe oldu. Hayatının en mutlu anları yurt gezilerinde halkıyla buluştuğu zamanlardı. 
Bırakınız halkla arasına mesafe koymayı ya da hakaret sebebiyle onları mahkemeye vermeyi, daima milletinden yana oldu, yurttaşlara daima anlayışlı, hoşgörülü ve müşfik davrandı. Söz konusu kendisi olduğunda bile…

***

Ebedi ve yegâne liderim, eşsiz Ata’m Mustafa Kemal Atatürk’ü her an artan sevgi, saygı, hayranlık ve dinmeyen hasretlerle anıyorum…

 

Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, S. 19, 68, 69, 70, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, Kasım 2004, İstanbul.

 

 

  • Mehmet S. Nane

  • 7 Ağustos 2021

Sayfayı Paylaş

Yorumlar

Şükrü Altınova 9 Ağustos 2021

İşte dünya lideri böyle oldu.Hoşgörüğün pik yaptığı lider.Özlemle ve hasretle anıyorum.

Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın

leaf-right
leaf-right