Bir Mersin Beyefendisi: Bu dünyadan bir Mehmet Tarım geçti…
İlk Söz: Dün sevgili Mehmet Abi'min bu dünyaya vedasının 12. yıl dönümüydü. Bu anma gününde, 10 Aralık 2019 tarihinde yayımladığım yazıyı bir defa daha sunuyorum. (Esasında, bu yazıyı 19 Ekim 2019'da yazmıştım. Fakat kendimi yayımlamaya hazır hissetmem yaklaşık 2 ay zamanımı almıştı.)
Mehmet Abi'mi ve Aslı'mı sevgilerle, özlemlerle anıyorum...
***
Bu yazıyı yazmayı bir müddettir tasarlıyordum. Fakat kendi içimde iki çekincem vardı. Birincisi, kuzinim (Vahap Amca’nın kızı) Selma Abla’yı (Tarım) üzmekten çekiniyordum; ikincisi ise kendi duygularıma hâkim olabileceğime tam güvenemiyordum.
İki gün evvel akşam geç saatlerde kafamın içinde bunları kurup düşünüyordum. En doğrusunun sormak olduğuna karar verdim. Çünkü eşini ve kızını yazacaktım. Selma Abla’ya mesaj yazarak böyle bir yazı yazmam konusundaki fikrini sordum. Mesajımı okur okumaz hemen telefon açtı. “Çok memnun olurum, beni çok mutlu edersin” dedi.
Yazıda Mehmet Abi’yle birlikte Aslı’dan bahsetmem gerekeceğini de söyledim. “Onlar fiziken yanımda değiller ama hep benimle birlikteler” karşılığını verdi. “Hem Aslı da kendisinden bahsedilmesinden çok hoşlanırdı. Yazarsan memnun olurum” diye ilave etti.
Yazıyla ilgili işin en zor kısmını hallettiğimi düşünüyordum. İş duygularımı biraz denetleyip yazıyı yazmaya kalmıştı. Fakat şu satırları yazmaya başladığımda nasıl bir işe soyunduğumu idrak ettim.
Yazdığım her bir harf yüreğime batıyor. Gözlerim yaşlı.
Ben Mehmet Abi’ye ve Aslı’ya veda edemedim. Onlara sarılamadım. Buna gücüm yetmedi. Bir şeyler tamamlanmadı iç dünyamda; ne zaman aklıma gelseler bu eksikliği hissediyorum.
Bu yazı Mehmet Abi’me gecikmiş bir veda. Ve güzeller güzeli Aslı’ma.
***
Yayladaydım, güzel bir sonbahar akşam üzeriydi. Sene 2009, 5 Eylül.
O günün sabahına uyandığımda bu tarihin sonsuza kadar hafızama dinmez bir kederle kazınacağını bilmiyordum.
5 Eylül 2009. Mehmet Abi ve Aslı’nın kaza yaptıkları gün.
***
Liseyi bitirdiğim senenin yazında 6 arkadaş Kızkalesi’ne kamp yapmaya giderken feci bir trafik kazası geçirdik. Tuhaf da bir kazaydı aslında; üçümüz ölümcül şekilde yaralanırken, diğer üçümüzün burnu bile kanamadı.
İşte ben, ailemize 1981 senesinde Selma Abla’yla evlenerek katılan Mehmet Abi’nin nasıl bir adam olduğunu ilk defa o kaza vesilesiyle öğrendim.
Çok ağır yaralandığım ve hem başımdan hem de bacağımdan ameliyat olduğum için çok fazla ilaç kullanmam gerekiyordu. Bir de üstüne üstlük, ameliyat edilerek dikilen bacağımdaki yara enfeksiyon kapmıştı. Ateşim bir türlü düşmüyordu.
Allah selâmet versin, kuzenim Mehmet Abi (Dr. Mehmet Nane) vaziyeti ilk anlayan kişi oldu. O zaman 34 yaşında genç bir hekimdi.
Hiç vakit kaybetmeden Mustafa Abi’nin de (Dr. Mustafa Cömert) yardımıyla ben çığlık çığlığa haykırırken bacağımdaki dikilmiş yaramı açtı, iltihabı temizledi.
Ateşim kısa sürede ve hızla düştü, rahatladım.
İşte ben bu ağır sorunlarla boğuşurken gereken ilaçları yattığım Devlet Hastanesi’nin karşısında eczanesi olan (Tarım Eczanesi) Mehmet Abi’den (Tarım) alıyorlarmış.
Rahmetli babam borçlarına inanılmaz derecede hassas bir adamdı. Bir şey alacağı zaman gerek gördüğü hallerde muhakkak pazarlık yapar, sonra da borcunu son kuruşuna kadar öderdi.
Rahmetli babam, ilaçlar hastaneye yollanmaya devam edilirken, bir gün eczaneye uğramış ve 30 yaşında gencecik bir eczacı olan Mehmet Abi’ye gönderdiği ilaçları not almasını, kendisini borçlu bırakmamasını sıkı sıkı tembih etmiş.
Mehmet Abi de “Tamam amca merak etme sen, rahat ol” demiş babama. Fakat Adil Nane bu, nasıl rahat olacak, borç batıyor. Birkaç gün sonra tekrar eczaneye gitmiş ve o güne kadar biriken ilaç paralarını ödemek istemiş. Mehmet Abi ise “Amca ne parası, hiç ödemesen ne olur. Önce Mehmet bir iyileşsin hele” demiş.
Düşünün ben hastanede ağır hasta olarak yatıyorum. Üzüntüden beli bükülmüş rahmetli babam ilaç parasını ödemek için uğraşıyor.
Mehmet Abi’nin bu tavrını ben taburcu olup eve çıktıktan sonra bir sohbetimizde babam bana anlatmıştı. O üzüntülü günlerinde böyle bir davranışla karşılaşması da çok hoşuna gitmişti.
İşte ben sevgili, rahmetli Mehmet Abi gibi bir adamın varlığından ilk o zaman haberdar olmuştum.
İlk o zaman haberdar olmuştum ama o çok güzel gülen 29 yaşındaki genç adamı, 1981 senesinde Selma Abla’yla nişanlandığı ve evlendiği zaman çektirdiği fotoğraflarda görmüştüm ilk. Babam, validem, Selma Abla ve Mehmet Abi. Hepsi de ne kadar güzel, ne kadar içten gülümsemişlerdi.
***
Daha sonra araya benim Ankara yıllarım girdi. Mersin’e döndükten sonra iş, evlilik, oğlum Arda’nın doğumu, tekrar iş, tekrar iş, hiç bitmeyen iş derken kendi dünyama daldım.
İğneyi önce kendime batırmalıyım: Kuzenlerle görüşme ve özel günler dışında birbirimizin evine gidip-gelme ya da sıklıkla ortak programlar yapmak gibi bir alışkanlığı edinemedim.
Bu davranış biçiminin diğer kuzenlerimde de olduğunu gözlüyorum ve bunun bir eksiklik olduğu düşüncesindeyim.
Bu tutumun hiç şüphesiz ki birbirimizi sevmemekle ya da birlikte olmaktan hoşlanmamakla ilgisi yok. Tam tersine birbirimize sevgimizden en ufak bir şüphem yok. Birlikteyken çok da iyi vakit geçiririz.
Fakat bilemediğim sebepten/sebeplerden dolayı bazı kuzenler dışında görüşme sıklığımız fazla değil.
Benim bu yaptığım bir saptama sadece. Kusur ya da kusurlu aramıyorum.
Yukarıda saydığım sebeplerden dolayı Mehmet Abi’yle görüşme rutinimiz de sınırlıydı.
Ben bazen yolum o taraflara düştüğünde eczaneye uğrardım ya da kapıdan bir selam verirdim.
Yine böyle bir öğle vakti uğradığımda eczanenin arka tarafında bir şeyler atıştırıyordu.
Israrla beni de buyur etti. Bu arada dışarı yemeklerinin kendisini şişmanlattığını söyleyerek şikâyet ediyor ama atıştırmaya da devam ediyordu.
Yemeyi, içmeyi severdi rahmetli.
Ben de sevgili Mehmet Abi’mi zevkle ve güzel yemekler yediği yemek masalarında hatırlamaktan çok hoşlanıyorum.
***
Mehmet Abi’yle asıl hukukumuz 30’lu yaşlarımın ortasında başladı. Kuyuluk’ta onların ve Mehmet Abi’nin (Dr.) üye oldukları bir villa kooperatifine ben de üye oldum. Binayı kooperatiften kaba inşaat olarak aldık ve her ikimiz de inşaat mühendisi olan ablam Selma’ya inşaatı tamamlaması için teslim ettik. Bu arada kullanılacak tüm malzemeleri de aynı yerlerden birlikte almaya karar verdik.
Bu alışverişler sırasında dükkânlardan birinin sahibi bana saygısızlıkta bulunduğu için ondan mal almaktan vazgeçmiştim. Bu olaydan sonra Mehmet Abi’ye bu dükkândan mal almaya devam etmesinin benim açımdan sorun olmayacağını söyledim.
O, bir an bile tereddüt etmeden derhal ilişkisini sonlandırdı o adamla ve dükkânla.
İşte Mehmet Tarım böylesine bağlıydı sevdiklerine. İnsanı yarı yolda bırakmazdı.
Herkesin harcı olmayan ortak tavır almayı becerebilen bir adamdı.
Vefalı ve güvenilir bir dosttu.
Bu villa kooperatifinde beraber olmamız görüşme sıklığımızı da artırdı. Ve ben her görüşmemizden sonra onu daha iyi tanımaya ve daha çok sevmeye başladım.
Daha sonra Mehmet Abi’ye sevgim ve bağlılığım birlikte olduğumuz rakı masalarında perçinlendi.
Gerçi Selma abla, Mehmet Abi’nin sağlığını düşünerek içki miktarına ambargo koyuyordu ya, varsın olsun. O, kaşla göz arasında afacan çocukların muzipliğiyle yine bildiğini okuyordu.
Aslında benim ayarım iki kadehtir. Mehmet Abi’nin de içkiyi abarttığını hiç görmedim, duymadım. Fakat birlikte olunca azıyorduk galiba; buradaki rolümü ve suçumu kabul ediyorum.
***
Mehmet Abi, ince düşünceli bir adamdı. Tamamen hatırımdan çıkmıştı; şimdi yazarken aklıma geldi. İnşaat işlerini konuşmak üzere ablam Selma’yı, Mehmet Abi ve Selma Abla’yı bize davet etmiştim.
Harika bir sonbahar günü öğle üzeri (yoksa ilkbahar başlangıcı mıydı?) Selma Abla’yla birlikte yürüyüşe çıktıktan sonra gelmişlerdi.
Yürüyüş temposundan ve havanın da biraz sıcak olmasından dolayı Mehmet Abi bayağı terlemişti. Tüm ısrarlarıma rağmen bir tişört ya da gömleğimi giydirmeyi kabul ettiremedim.
Sebebi çok belliydi: Terini benim giysime bulaştırmak istemiyordu.
Karşısındakini gözeten böyle ince yanları vardı işte Mehmet Abi’nin.
***
Sene 2003 olmalı. Mersin’deki tüm Naneler’i organize ederek bir akşam yemeğinde bir araya getirdim. Tenis Kulübü’nün bahçesinde güzel bir ilkbahar akşamı, Mayıs sonları olmalı, buluştuk. Çok güzel, neşeli, keyifli bir akşam geçirdik.
Bu güzel akşam anılarımda çok güzel bir yerde duruyor.
Tenis kulübünde bir aile yemeğimiz daha var. Bu sefer valide tarafım da davetliydi.
Oğlum Arda’nın sünnet yemeğiydi.
Ben, bu tür yemeklerde mutadım olduğu üzre yine çok keyifli, çok neşeliydim. Elimde rakı bardağı tek tek herkesin yanına gidiyor, kadeh tokuşturuyor ve fotoğraf çektiriyordum.
Fakat geçen defaki yemekten idmanlıydım. Selma Abla’yı hile ve desiseyle masadan uzaklaştırdıktan sonra Mehmet Abi’nin yanına 'vaziyet ettim' ve kaçamak yapan delikanlılar gibi rakılarımızı tadını çıkara çıkara içtik.
O neşeli hâli sanki dün yaşamışız gibi hâlâ gözümün önünde. Çok şıktı o akşam, kendisine çok yakışan bej rengi harika bir kravat takmıştı. Uzun uzun ne kadar güzel sohbet etmiştik.
Gönül adamıydı Mehmet Abi.
***
Aile yemeklerini çok severim. Masamda olsun, evimde olsun sevdiklerimin yiyip içmesine bayılırım. Hatta bu konuda bazen ısrarın dozunu bile kaçırabilirim. Eskilerin tabiriyle sanırım mükrim olarak tanımlanabilirim.
Söylemesi ayıp iyi yemeğe de oldukça düşkünüm. (Çok değil, iyi yemek.)
Söylemiştim, Mehmet Abi de iyi yemeğe düşkündü. İyisine denk getirdi mi çiğ köfteyi, tantuniyi de affetmezdi.
Bir kış günü Mehmet Abi, Dr. Mehmet Abi ve Muhittin Amca’yı öğle yemeği için bizim rahmetli Süleyman’ın (Ersoy) işlettiği efsanevi Mobil’e davet ettim.
Çok güzeldi her şey. Hava yağmurlu ve kapalıydı, mezeler birinci sınıftı, fındık lahmacun ve kebap inanılmazdı ve sohbetin güzelliği rakıya da şerbet lezzeti vermişti.
Tabii ki yemeğin üstüne kendi ellerimle nane likörü, portakal suyu, turunç suyu ve sodadan müteşekkil olan ve bol buzlu olarak hazırladığım ejderhaları yuvarladık. Oh, güzelce ferahladık.
Son darbeyi de Keleşoğlu’ndan getirttiğimiz baklava ve havuç dilimlerine yumularak yaptık ve lezzette 'Nirvana’ya ulaştık.
Ah, benim sevgili, güzel Mehmet Abi’m ne güzel yedi, içti, konuştu, güldü.
Zamanın donmasını isteyeceğiniz bazı hatıralarınız vardır ya, bu hatıra benim için onlardan biridir.
***
Sanırım biz Naneler evlerde değil ama dışarıda yemekte buluşmayı seviyoruz. 2009’un yaz aylarından birinde Mersin’de olan kuzenler ve kuzen çocuklarıyla öğle yemeğinde İskele’de buluşmuştuk.
Yemek devam ederken Selma Abla, Aslı ile beraber geliverdi. “Siz erkekler buluştunuz; biz davetli değiliz ama yine de geldik” şakasıyla içeri girdi.
Karşılamak için hemen ayağa fırladım. Sarılırken gelmelerine ne kadar sevindiğimi söyledim. Aslı zaten Ankara’da olduğundan çoktandır görüşememiştik. Özellikle onu gördüğüme sevinmiştim.
Aslı’nın üzerinde kendisine çok yakışan lacivert bir tişört vardı; yakası beyaz mıydı acaba?
Yemeklerimizi yedikten sonra Aslı’yı sarılarak uğurladım.
Bu, cânım Aslı’yı son görüşüm, son sarılmam, son vedammış...
Ah, nasıl bilirdim, nasıl bilebilirdim!
***
Elbette ki Mehmet Abi’yle daha başka anılarım da var. Fakat ben, ağırlıklı olarak, ikimizin de çok sevdiği yemek masalarında zevkle yemeğimizi yer, sohbetimizi ederken anmak istedim onu. Bu yaptığımı onayladığına ve bıyık altından güldüğüne eminim.
Mehmet Abi, iyi yaşamayı seven adamdı. Hiçbir zaman aşan-taşan bir parası olmadı.
Zaten böyle bir paraya tamah edecek kişilikte de değildi. Ailesini en iyi şekilde yaşatacak kazanca sahipti. Ve ailesine iyi, kaliteli bir yaşam sundu.
Para harcamak, harcayabilmek herkese nasip olmayan çok önemli bir özelliktir. Kimileri vardır ki hayat kaliteleri için para harcamaya elleri gitmez. Yapacak bir şey yoktur; Allah bu çok güzel özelliği onlara bahşetmemiştir!
Mehmet Abi harcamayı bilen adamdı. Paranın, imkânlar ölçüsünde, iyi ve kaliteli yaşamak için bir araç olduğunu bilirdi. Parayı hiçbir zaman amaç olarak görmedi.
Eli açık bir adamdı, insanları mutlu etmeyi severdi.
Mesela, Aslı’nın doğum günü için sipariş verdiği pastayı eve getiren kişiye, pastanın parası kadar bahşiş vermesi işte bu özelliğinden ileri geliyordu.
***
Mehmet Abi, pek çok üstün vasfa sahipti. Fevkalade bir baba, çok iyi bir eşti. Aslı’ya ne kadar düşkün olduğu sözlerle ifade edilemez.
Mehmet Abi; güvenilir, iyi niyetli, samimi, kaliteli, zarif, saygılı, bilgili, keyif ehli, yaşamayı seven, cömert, nazik, sevecen, dost, vefalı bir adamdı.
Mehmet Abi, çok az kişiye nasip olacak şekilde müeddep bir beyefendiydi. Halis bir Mersin Beyefendisi'ydi...
Hepsinin özeti, Mehmet Abi iyi bir insandı.
***
Tekrar o uğursuz 5 Eylül 2009’a dönüyoruz.
Akşam saatleri, yayladayım. Vakti kerahet yaklaşıyor. Benim 'tezgâh' dediğim, validemin çeyizinden kalma küçük sehpaya mezeleri yerleştirmeye başlamışım.
Telefonum çaldı, tam emin olamıyorum; Dr. Mehmet Abi’ydi sanırım.
Mehmet Abi ve Aslı’nın bir kaza geçirdiklerini, durumun iyi olmadığını söyledi. Birkaç soru sorduğumu hatırlıyorum.
Ve de Mehmet Abi’nin oldukça ağır durumda olduğunu işittiğimi.
Sonrası pek aklımda değil. Arabaya bindim ve sürdüm.
Fakat üniversite hastanesine vardıktan sonraki her saniyeyi hatırlıyorum.
Ailece gittikleri Altınorfoz’da Mehmet Abi ve Aslı birlikte jet-skiye binmişler. Ve maalesef denizde demirli olan bir tekneye süratle çarpmışlar. Kazayla ilgili tüm bildiklerim bu kadar. Kazanın ilk günü de, sonra da kazayla ilgili ayrıntıları öğrenmek istemedim.
Burada bir kanaatimi söylemeliyim; bu, sadece beni bağlar: Mehmet Abi, Aslı’ya o kadar düşkündü ki eğer sevgili kızıyla birlikte böyle bir kaza yapacağını bilse, o sabah uyandığında tereddüt etmeden kendi canına kıyardı.
Kazadan sonra Mersin Üniversitesi hastanesine getirilmişler. Ben hastaneye gittiğimde önce Mehmet Abi’nin ağır yaralandığını, başından darbe aldığını söylediler. Bir an ümitlendim. Aslı yaşıyordu.
Dr. Mehmet Abi’yi buldum hemen. Zaten haberi alan herkes oradaydı ve gelmeye de devam ediyorlardı.
Fakat maalesef Mehmet Abi (Dr.) iyi haberler veremedi. Mehmet Abi’nin başına çok sert ve kötü bir darbe aldığını ve vefat ettiğini söyledi.
Hiçbir şey söylemedim. Arkamı dönerek bir kolonun arkasına geçtim ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
Kendimi biraz toparlayınca tekrar Dr. Mehmet Abi’mi buldum. Aslı’yı sordum. Yaşadığını ve doktorların uğraştığını söyledi. Fakat yüz ifadesinden pek ümitli olmadığını anladım.
Sonra... Sonrası kötü...
***
Önce Mehmet Abi veda etti bize. Onu en son morgda gördüm. İstemeden hem de. Kimlik için teşhiste bulunmak gerekiyormuş. Nasıl oldu anlayamadım, birkaç kişi aniden kendimizi orada buluverdik.
Doktor Mehmet Abi’yle rahmetli Mehmet Abi’nin kalfası Kurtuluş’u hatırlıyorum teşhis edenler arasında. Tuhaftı, adeta sürüklenmiştim o sevimsiz ortama.
Mehmet Abi’nin yüzünü açtılar. Gözleri kapalıydı, yüzünde dingin bir ifade vardı. Huzurlu bile diyebilirim, uyuduğunu sanırdınız.
Daha sonra Selma Abla anlatmıştı; Mehmet Abi morgdan hiç hoşlanmaz hatta ürkermiş de. Neyleyeyim ki onu en son orada gördüm.
Benim vefat eden kişileri herhangi bir aşamada görmeye gücüm yetmiyor. Rahmetli babamı görmek istememiştim. Mehmet Abi’yi de görmek istemezdim. Bana çok tesir etti o son hâli.
Mehmet Abi bizlere veda ettiğinde 57 yaşındaydı. Vedasından bir gün önce doğum günüydü.
Yine Selma Abla anlatmıştı. Bazen, “Ben 60 yaşımı göremeyeceğim” dermiş. Çok yazık ki söylediği gibi de oldu.
***
Önce Mehmet Abi’yi toprak ananın şefkatli kucağına bıraktık.
Bir hafta sonra güzelim Aslı da kendisini bekleyen sevgili babasına kavuşmak istedi.
Gidişi bizler için bir vedaydı ama o, babasına kavuşmuştu.
Aslı’mızı da babacığının yanı başına bıraktık usulca. Babasına ve toprak anaya emanet ettik...
***
Aslı’mız güzelliklerle doğdu, güzelliklerle yaşadı, ardında güzellikler bırakarak veda etti.
Veda ettiğinde ODTÜ Ekonomi üçüncü sınıf öğrencisiydi. Ortaokuldan itibaren lise ve üniversite okul takımlarında forma giymiş iyi bir badminton oyuncusuydu.
Pek sevgili arkadaşı Ayda başta olmak üzere ODTÜ’lü arkadaşları Aslı’yı hiç unutmadı.
Bu yüksek karakterli ve vefalı çocuklar, Aslı'nın adına her yılın Nisan ayının 20’sinde yapılacak olan geleneksel bir badminton turnuvası düzenlediler.
Bu sene 20-21 Nisan günlerinde bu turnuvanın 9.’su yapıldı.
Aşk olsun size çocuklar, aşk olsun.
Hepinizi tertemiz alınlarınızdan, güzel gözlerinizden öpüyorum.
Turnuvanın adını Selma Abla’dan öğrendiğimden ve pankartının fotoğrafını gördüğümden beri ağlıyorum:
“METU 9. ASLI TARIM OPEN BADMINTON TOURNAMENT 20-21 APRIL 2019”
***
Vedasından bir hafta önce Aslı'mızın doğum günüydü.
Babasına kavuşmaya gittiğinde yaşı sadece 20’ydi.
Yirmi... Sadece...
***
Rahmetli Mehmet Abi’de olduğu gibi rahmetli Aslı’yı da son defa görmek istemedim.
Bizim Selma ya da Süreyya, bilemiyorum, belki de ikisi birden, anlattılar. Onlar son defa görmüşler, güzel saçlarını okşamışlar.
Keşke ben de yapabilseydim. Olmuyor, elimden gelmiyor, gücüm yetmiyor.
***
Bizler bu zamansız vedalara çok üzüldük, çok yandık elbette. Selma Abla’yı düşünemiyorum bile. Yanılmıyorsam, ilk günlerin birinde bir defa sakinleştirici ilaç verdiler, daha sonra kabul etmedi.
Büyük acısıyla yüzleşti, yaşadıklarını kabul etti ve bunu da büyük bir irade gücü, vakar ve asaletle yaptı.
Sevgili kızını ve sevgili eşini hiç bırakmadı, onlardan asla kopmadı. Aslı’yı ve Mehmet Abi’yi daima yaşattı, yaşatıyor. Daima onlarla birlikte.
***
Kuzenler ve kuzinlerimin hepsini severim. Fakat doğruyu söylemek gerekirse içlerinde en sevdiğim kişi hiç tartışmasız Dr. Mehmet Nane’dir.
Yine hiç tartışmasız, ailede kafamın en çok uyduğu, kendime yakın bulduğum, yanında çok keyiflendiğim kişi ise rahmetli Mehmet Tarım Abimdir.
Küçük bir bilgi: Oğum Arda da benim gibi, kuzen/kuzinlerimden en çok Dr. Mehmet Amca’sını sever. Kuzen/kuzin çocuklarından en sevdiği ve en düşkün olduğu ise Aslı’dır.
***
Vedalardan sonra ister istemez 'keşkeler' de oluyor. Sızlanmayacağım; hatta isyan etmeyeceğim, faydası yok.
Fakat sağlam bir keşke var içimde:
Mehmet Abi’yle hayatın kaliteli yaşanması gerektiğini bilen kafa dengi iki adam olarak daha çok paylaşımımız olmalıydı.
Birlikte daha çok zaman geçirmeliydik. Seyahatlere gitmeliydik. Daha çok gülmeliydik.
Sevgimizi, neşemizi, olumlu ve iyi duygularımızı herkese bulaştırmalıydık.
Daha çok sohbet etmeli, birlikte lezzet keşifleri yapmalı, daha güzel yemekler yemeliydik. Öğleden sonraları işten kaçıp sinemaya gitmeliydik. Uzun yürüyüşler yapmalıydık. Hayatı hem ciddiye almalı hem de dalgamızı geçmeliydik.
Olmadı. Geç kaldım.
Hayat da zaten hep bir şeylere geç kalmak değil mi...
***
Şair Hasan Hüseyin 1984’ün Şubat’ında öldüğünde Ankara’da öğrenciydim. Şairi seven bir kişi Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasının alt kısmına hiç unutmadığım şu küçücük ilanı vermişti:
“Hasan Hüseyin
Ölmek değil seninkisi.”
Ben de aklıma ne zaman Mehmet Abim gelse, “Mehmet Abi, ölmek değil seninkisi” diyorum.
***
Erkekler genelde ağladıklarını saklarlar. Her duygum bana ait olduğu, beni yansıttığı için ağladığımı söylemekten rahatsız olmuyorum.
Bu yazıya gözyaşlarıyla başladım, gözyaşlarıyla yazdım.
Fakat yazı sona yaklaştıkça üzerime sanki bir huzur hâli çöktü.
Umarım bu huzura ulaşırım.
Sanırım bu yazıyla hem Mehmet Abi’mi andım hem de içime sinen ve onun hak ettiği vedada bulundum.
Güzel Aslı’m için de aynı duyguları hissediyorum.
***
Son Söz: Hayat böyle bir şey işte. Geçip gidiveriyor. Bu canlarım gideli tam 10 sene olmuş. İnanmakta zorluk çekiyorum. Bu 10 yıl ne zaman, nasıl geçti?
O kadar tazeler ki içimde.
Mehmet Abi’yi ve Aslı’yı daima güzelliklerle hatırlıyorum, hatırlayacağım.
Bu yazı, onları benim için sonsuza kadar yaşatacak.
Her ikisine de gani gani rahmet diliyorum. Büyük sevgilerle, büyük hasretlerle anıyorum.
***
Bitirirken: Bugün 19 Ekim 2019. Yazıyı tamamladım. Selma Abla’yla yazının başında anlattığım konuşmayı 2 gün önce yapmıştım.
Bu yazıyı yazabilme gücünü bulabilmem 10 senemi aldı. Yayımlama gücünü ne zaman bulabileceğimi şu an için kestiremiyorum.
F. Belgin Öztekin 10 Eylül 2021
Yüreğinize ve kaleminize sağlık. Çok güzel anlatmışsınız rahmetli Mehmet i ve Aslıcığımı. O acı günü yeniden yaşadım. Her ikisini de çok severdim. Mehmet bey çok nazik ve duyarlı bir kişiydi. Aslı öğrencim ve alışveriş arkadaşımdı. Onları asla unutamam. Nurlarda yatsınlar. Selma ya sabır diliyorum.
Mehmet S. Nane 10 Eylül 2021
Çok teşekkür ederim.