Tarihin huzuruna Ertuğrul Özkök olarak çıkmak



Aziz ülkemizin içinde bulunduğu bu çok sıkıntılı durumdan siyaset kurumu eliyle çıkacağının farkındayım. Fakat siyasetçilere ve özellikle parti genel başkanlarına güvenimi öylesine yitirmiş durumdayım ki bu işi kimin/kimlerin başaracağı hususunda ciddi kuşkularım var. 

Türkiye’nin siyasi ortamı öylesine zehirli ki siyaset yapma biçimi de geçmişe nazaran çok daha fazla kişiselleşti. Somut olarak kimseyi suçlamıyorum ama genel manada bakınca, siyasilerin pek çoğu ülke menfaatinden çok kendi kişisel ikballerinin ve siyasi ihtiraslarının peşinde koştukları izlenimi veriyorlar. Vatandaşı çileden çıkaran kibir ve egolarından bahsetmiyorum bile.  
Çevrenize bakınız lütfen. Sıradan ve vasat kalitede belediye başkanları bile böyle!

***

Tüm bu hissiyatıma rağmen Türkiye’nin açmazlardan çıkışının her halükârda siyasetçi ve siyaset kurumu eliyle olacağını, olması gerektiğinin de farkındayım. Aksi düşünülemez. 
Türkiye’nin iyi siyasetçilere ihtiyacı var. 
Karamsarlık yok. 
Muhakkak çıkacaktır…

***

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın istenmeyen misafir olan “sığınmacıları” ülkelerine gönderme politikalarına tam destek veriyorum. Zaten bu konuda tam 3 senedir yazıyor, konuşuyorum.

Özdağ’ın 1 sene içinde bu kişileri yollama sözü, sevgili ülkem adına bana umut veriyor. Hoca’nın muarızlarının, “Nasıl göndereceksiniz” sorusuna verdiği istihzalı, “Karayoluyla” cevabını ise gülümseyerek karşılıyorum.

***

Şu an aktif siyasetin içinde olmakla birlikte bundan hoşlanmıyorum. Mensup olduğum partiye de Atatürk’ün partisi olması hasebiyle bir bağ hissediyorum. Bu bağ parti yöneticilerinin eylem, tavır ve sözleri tarafından zayıflatıldığı ölçüde benim aidiyetim de zayıflıyor. 
Dolayısıyla Ümit Özdağ’a ya da partisine karşı tarafsız bir konumdayım. Sade vatandaş kimliğimle onu savunmak gibi bir misyon hissetmiyorum ve zaten Hoca’nın buna ihtiyacı da yok.  
Hangi parti olursa olsun, Türkiye yararına politikalar üreterek bunları uygulayanlara naçizane destek vereceğim aşikârdır.

***

Kamuya mal olmuş kişiler günü gelince tarihle yüzleşir; daha doğrusu tarihe hesap verir. Sonuç olarak, tarihin o şaşmaz yargısını vermesi için huzuruna çıkmaktan kaçış yoktur. Bazı hâllerde çok uzun zaman beklemeden, yaşarken ve “sıcağı sıcağına” bu yargıya muhatap olunduğu da görülebilmektedir. 
Örnek mi? 
İşte, size Ertuğrul Özkök!

***

Hafta sonu okudum. Özkök, kendisine kucak açan Soner Yalçın’ın odatv’sinde, Ümit Özdağ’ın sığınmacı politikasına vermiş veriştirmiş. 
Konu ikisi arasında diyerek üzerinde durmamak da mümkün. Fakat öyle değil. Özkök her zamanki tarzıyla yanlış bilgi veriyor ve “yüksek insani değerler” sosuyla toplumu aldatmaya ve hatalı yönlendirmeye devam ediyor.  
Söyledikleri yetmezse diye, bir de “tehcir” üzerinden gözdağı veriyor! 
O hâlde yazmamak hiç olmaz!

***

Özkök, söz konusu yazısında Özdağ’ın verdiği 10 milyon sığınmacı rakamını “abartılı” bulmuş. Ona göre rakam 5 milyon! 
Neye göre?  
Belli değil! 
Anlaşılan, canı bu rakamı “abartılı” bulmak istemiş hazretin! 
Oysa Özdağ verdiği rakamın devletten aldığı bilgiye dayandığını açıkladı. Yani elinde somut veri ve devletin rakamları var. Bunun ayrıntılı tasnifini de yapıyor.

***

Özkök, “Bu yol Avrupa’yı 20. yüzyıl başında nereye götürdüyse Türkiye’yi de oraya götürür” diyerek Suriyeli sığınmacıları yollamanın Türkiye’yi faşizme sürükleyeceğini ima ve ilan ediyor! 
Ne alâkası var?

Ülkemize, yöneticilerinin büyük gafleti ile sınır kapıları açılarak ya da kaçak olarak gelen yabancıları, medeni bir plan-program içerisinde ülkelerine yollamak ve Türkiye’yi her açıdan ferahlatarak nefes aldırmak ne zamandan itibaren faşizm oldu? 
Böyle bir açıklama, tarihî gerçeklikle ve günümüzde yaşananlarla bağdaşmaması bir yana, hiç yakışık alıyor mu?

Hadi yalan söylemek demeyeyim de, böyle bir çarpıtma nasıl yapılabilir? 
20. yüzyıl başlarında evvela İtalya’da, sonra Almanya ve İspanya'da kurulan faşizmin dinamiklerinin bu olayla ne alâkası vardır? Böyle bir çarpıtma yapmak bir zamanlar sosyoloji biliminde akademisyenlik de yapmış bir kişiye hiç yakışıyor mu?

Hitler, özellikle Polonya ve Slavları “üntermenschen” (alt/aşağı ırk) olarak görmüş, ilaveten “lebensraum” (hayat alanı) elde etmek hedefiyle bu ülkelere ve halklarına yok etmek amacıyla saldırmıştı. Kendi vatandaşı olsun olmasın tüm Yahudilere karşı olan yok etmeye dayalı takıntılı nefret hissi de biraz tarih bilen herkesin malûmu.

Suriyeli sığınmacılar konusunda Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu şartlarla o dönemin faşizmini besleyen siyasi ve ekonomik şartların benzemezliğini söylemiyorum bile. Zerre miktarda tarih bilgisi ve vicdanı olan hiç kimse böyle bir zırvalamada bulunmaz. Eğer bilerek bulunursa bunun adı kasten kötülüktür!

20. yüzyıl başındaki siyasi ve toplumsal gerçekler ortada iken, bu nasıl bir vicdan yoksunluğu, körlüğü ve gerçeklere takla attırma hırsıdır ki böyle bir mukayese yapılabilir?  

***

Büyük demokrat Özkök’ün şu sözlerine de dikkatinizi çekerim: “Ama yakın tarih geçici 'Haksızların', kalıcı 'Haklılar' karşısında nasıl hezimete uğradığını hep gösterdi. Ne yazık ki insanlık açısından bedeli çok ağır hezimetlerdi bunlar. Milyonlarca masum insanın kanıyla ödendi… Ben tarihsel olaylardan söz ediyorum…” (Hangi tarihsel olaylar? Yalan yanlış bilgiler hepsi!) 
Pes.  
Vallahi, pes!

***

Batı, kendi siyasi hesapları açısından sığınmacıların Türkiye’de kalmasını istemektedir. Ülkemizi her açıdan fevkalade olumsuz etkileyen bu 10 milyon yabancının kalmaları gerektiğini de her konuda batı ağzıyla konuşan, batılı tezlerle asla çelişkiye düşmeyen Özkök çok açık şekilde ifade etmiş: 
“Bu 5 milyon kişiyi tekrar Suriye’ye gönderemezsiniz.”

Haklı tabii ki. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk vatanı kendi çiftliği olduğundan böyle rahatça konuşabiliyor!  
Ayrıca sadece Suriyelilerden bahsediyor. Başta Afganlar olmak üzere diğer sığınmacılardan nedense hiç söz etmiyor!

***

Bu zat, istenmeyen misafirlerin  gönderilemeyeceği hususunda yargıda bulunup “raconu kestikten” sonra Ümit Özdağ’a aşağıdaki şekilde sesleniyor: 
“Şimdi sana soruyorum. 
Yarın iktidara geldin. 
Elinde Cumhurbaşkanı Erdoğan kadar bir güç var. 
Ne yapacaksın? 
Çok açık söyle. 
Ayaklarından sürükleye sürükleye atacak mısın bu insanları?”

Ve bu sözlerinin ardından beni dehşete sevk eden bir tehdit geliyor: 
“Şundan emin ol. Bu ülke çocuklarının sırtına hiç hak etmedikleri ikinci bir Ermeni tehciri damgası yapıştırırsın bütün dünyanın gözünde. 
Sen bile kaldıramazsın bu vicdani sorumluluğu…”

Bir klişeye sığınmazsam çok ağır şeyler yazabilirim: Sözün bittiği yer…

***
Yazıyı bağlarken nihai kanaatimi belirtmeliyim: Bu kişi, her zaman yaptığı gibi batının istek ve dayatmalarını Türkiye’nin millî menfaatlerinin önüne koyuyor. Bunu da demokratlık, insan hakları, insanlığın yüce idealleri, özgürlük, barış gibi kavramlarla süslüyor.

Allah tarih huzurunda kimseyi Ertuğrul Özkök durumuna düşürmesin! Batıya inanılmasını, güvenilmesini, menfaat beklentisini, kullanılmayı hazmetmeyi bir ölçüye kadar anlarım da, bu kadar kayıtsız şartsız iman edilmesi beni her seferinde şaşırtmaya devam ediyor!

 

 

 

  • Mehmet S. Nane

  • 6 Haziran 2022

Sayfayı Paylaş

Yorumlar

Mert Özge 6 Haziran 2022

Ümit Özdağ'ın yıllardır ''entellektüel dalavere'' çeviren Ertuğrul Özkök'e ''kapak'' niteliğinde yanıtı başka söze yer bırakmıyor: ''Ertuğrul Özkök, 'Çok endişe ediyorum. Zafer Partisi yükselişte' demiş. Ülkemize 10 milyon sığınmacı geliyor. Endişelenmiyor, Zafer Partisi yükseliyor, endişeleniyor. AK Parti iktidara geldiğinde şampanya patlatmıştı bu adam. AK Parti de onu patlattı. Özetle burnunun ucunu görmez.''

Mehmet S. Nane 6 Haziran 2022

Çok doğru söylemiş Hoca.

Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın

leaf-right
leaf-right