Millî Ordu
Bir önceki “NATO’dan çıkmalı mıyız” başlıklı yazım, tahminimin çok ötesinde büyük ilgiyle karşılandı. Bu sebeple o yazıda yer alan Millî Ordu konusundaki görüşlerimi derinleştirerek açmayı gerekli gördüm.
Okuyacağınız bu yazıyı o makalemin devamı olarak değerlendirebilirsiniz.
***
Sivil ve sade bir Türk vatandaşı olarak, ülkemizin millî menfaatleri ve millî güvenliği hususlarında izlenmesi gereken siyasetlerle ilgili kafa yoruyor ve düşüncelerimi yazılarım vasıtasıyla kamuoyuna aktarıyorum.
Asker kökenli ve konunun “meslekten” uzmanı olmadığım için, özellikle millî güvenlik konularında doğru ve açık kaynakları takip ederek bilgilenmeye çalışıyorum.
NATO konusu askerî ve siyasî bir ihtisas alanı olduğundan, işin askerî tarafını pek çok farklı kaynak okumalarıyla irdelerken, çok güvendiğim ve değer verdiğim bazı komutanlarımızın görüşlerinden de yararlanıyorum.
NATO bağlamında değerlendirmek istediğim Millî Ordu konusunda, mevcut bilgi ve görüşlerimi daha da derinleştirmek açısından çok kıymetli üç komutanımızı telefonla arayarak görüşlerini aldım.
Her üçünden de müsaade aldığım için, yazı içinde görüşlerini aktaracağım.
***
Yazılarımı düzenli olarak takip eden değerli okurlar artık çok iyi biliyor:
Alçak ve hain kumpas davasında hedef seçilen ve o karanlık dönem ve zor süreçte bırakınız yıkılmayı, milim eğilmeyen, Atatürkçü ve Cumhuriyetçi tavırlarından zerrece taviz vermeyen, devlet, millet ve vatan yolunda yaptıkları değerli hizmetlerle daha yaşarken tarihe geçen, yattıkları zindanları vatan görevinin devamı olarak gören bu yüce gönüllü adamlar benim için birer kahraman.
Onlar, iç dünyamda daima sevgi ve saygıyla konumlandırdığım çok farklı bir yere sahip…
Birazdan görüşlerine yer vereceğim bu kahramanların üçü de zamansız ve erken rütbelerde emekli edilmelerine rağmen nazarımda en yüksek rütbe ve makamlara lâyıktır.
Koramiral Kadir Sağdıç, Tümamiral Cem Gürdeniz ve Tümgeneral Ahmet Yavuz komutanlarımın fevkalade değerli görüşlerinin ardından kendi kanaatlerimle yazıyı bağlayacağım.
***
Ahmet Yavuz Paşam, karacı olması hasebiyle bu husustaki görüşlerini en çok merak ettiğim kişiydi. Yavuz Paşa, benim için son derece doyurucu bilgi ve değerlendirmeler içeren sohbetimizde konuları çok açık olarak ortaya koydu.
Evvela, Türkiye’nin mevcut konjonktüründe NATO’dan çıkılmaması konusunda benimle hemfikir olduğunu söyledi ve “NATO’dan çıktığımızın ertesi günü Güney Kıbrıs RC, İsrail, belki Gürcistan üye yapılır ve etrafımızı sararlar” dedi.
Ve ilave etti: “Yakın vadede NATO’dan ayrılmayı gündeme getirmek gerçekçi değil.”
İçinde bulunduğumuz “sıcak” günlerde, Türkiye, ABD destekli Yunan kışkırtmaları ve yine ABD destekli Suriye’deki garnizon terör devleti problemleri ile karşı karşıyadır.
Bunun manası Türkiye’nin iki cephede birden harbe zorlanmasıdır.
Bu durum, insanın aklına şu soruyu getiriyor: Her iki cephede de perde gerisinde ABD olduğuna göre, acaba, ABD Türkiye’yi iki cephede aynı anda bir savaşa mı sürüklemek istiyor?
Konuyu gündeme getirdiğimde General Ahmet Yavuz tavrını net olarak ortaya koydu: “Türkiye büyük bir ülkedir fakat mevcut durumda savaşa girmeyi tercih etmemelidir.”
Bu tespitinden sonra, Suriye’de güvenlik ağının örülmesinin önemine işaret etti.
Ahmet Yavuz Paşa, NATO’nun sadece askerî değil, aynı zamanda siyasî bir teşkilat olduğunu vurgulayarak, TSK bünyesinde Ege Ordusu’nun NATO’ya tahsisli olmadığını hatırlattı.
Ve ilave etti: “NATO içinde kalınarak da ordumuzun millî vasfı korunabilir.”
Fakat bunun şartlarının oluşturulması gerekliliğinin altını özellikle çizdi.
Yavuz Paşam, bu bağlamda; millî harp sanayimizin çok daha güçlendirilmesi ve ihtiyaçlarımıza tam olarak cevap verebilmesi, iç cephenin birliğinin her veçhesiyle tahkim edilmesi ve tam olarak sağlanmasına ilaveten, dış müdahalelerin olumsuz etkilerinin önlenmesinin hayati önemine dikkat çekti.
Tüm bunların sağlanmasından sonra ve Türkiye tüm millî güçlerini toparladığında ittifak içinde ordumuzun millî vasfıyla kalmasının sağlanabileceğini de belirtti.
Burada kendi saptamamı da ilave etmeliyim: Zaten bu şartlarını mükemmelen temin eden bir Türkiye, NATO’dan istediği zaman ayırabilecek bir hareket serbestisine de kavuşmuş demektir.
***
Türk Deniz Kuvvetleri’nde çok önemli görevlerde bulunarak değerli hizmetler ifa etmiş olan, dostluğundan onur duyduğum değerli büyüğüm Amiral Kadir Sağdıç’la yapmış olduğum görüşmede, bu hususlarda merak ettiğim bütün soruları sordum ve çok aydınlatıcı ve doyurucu cevaplar aldım.
Sağdıç Amiralim, NATO’da kalmanın millî orduya halel getirmeyeceğini, NATO’ya mensup olan ülke ordularının sanıldığı gibi tamamının değil, sınırlı birliklerinin ve belli miktardaki askerî kuvvetin NATO’ya tahsisli olduğunu bildirdi. (NATO Reactions Forces)
Amiral Sağdıç, üye ülkelerin NATO harekât planlarını veto yetkilerinin bulunduğunu ve NATO bir planlama yaptığında kuvvet göndermenin şart olmadığını da anlattı.
Buna örnek olarak da, Afganistan’daki NATO harekâtına sadece 4-5 ülkenin katıldığını, mesela, Danimarka, Lüksemburg ve Fransa’nın kuvvet göndermediğini söyledi.
Ayrıca NATO içinde askeri planlamada oydaşma gerektiğini fakat bunun da harekât kararı alınabilmesine yetmediğini belirtti. Bunun için üye ülkelerin parlamentolarından karar alınması gerektiğini vurguladı.
Amiral Sağdıç, NATO içinde kalarak millî ordu vasfının muhafaza edilebileceğini belirterek, mühim olanın NATO’nun işleyişini iyi bilmek olduğunu söyledi.
Bilahare şu çok çarpıcı saptamayı yaptı: “NATO prosedürlerini iyi bilirsen parmağının ucunda çevirirsin.”
Ve ardından ekledi: “Muhteşem bir jeostratejik konumumuz, 85 milyonluk harika bir demografi, binlerce yıllık devlet olma geleneğimiz bize büyük bir özgül ağırlık katıyor. Prosedürleri de iyi işletirsen, NATO’da olmak başta özel sektörümüz ve TSK olmak üzere tüm Türkiye için önemli bir katma değerdir. Asırlık dayanıklılıktaki tüm hava meydanlarımız ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın önemli altyapısı unutmayalım NATO fonları ile yapılmıştır.”
(Bu noktada bir saptama yapmalıyım: Değerli Amiralimizin vurgu yaptığı “85 milyonluk harika demografimizin” millî birliğimiz açısından ne kadar önemli olduğu izahtan varestedir. Türkiye’yi şu anda yönetenlerin başta Suriyeli ve Afgan “sığınmacı” olan 10 milyon istenmeyen misafiri ülkemize alarak, tüm sakıncalarına ilaveten demografimize nasıl zarar verdiklerini dikkatlere sunarım. Kanaatimce bu yapılan, Türk milletinin demografisinin sırtına saplanan bir hançerdir!)
Sağdıç Amiralim, ayrıca, NATO içinde birbirine hasım pek çok üye ülke olduğunu fakat bu sebeple üyelikten vazgeçmediklerini, sistemin içinde kalarak millî menfaatlerini temine uğraştıklarını söyledi.
Kim ne derse desin, NATO’nun özellikle donanım ve yazılım konusunda belli bir standart getirdiğini anlatan Amiral Kadir Sağdıç, pakttan ayrılmanın jeopolitik riskler taşıdığını, hasım olan ülkelerin sistem içinde kalarak, Türkiye’ye karşı avantajlı bir konumda olacaklarının da altını çizdi.
Amiral Sağdıç, Türkiye’nin hem Ege adalarında hem Suriye sınırında iki cephede aynı anda savaşa kışkırtılması konusunda da “Türkiye’nin her iki cephe için de harp planlaması mevcuttur” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan’a hitaben “Şaka yapmıyoruz” şeklindeki çıkışının uluslararası diplomasi açısından fevkalade önemli olduğunu belirten Sağdıç Amiralim, “Bu açıklama Türkiye için bir fırsattır ve önemlidir. Açıklamanın iç siyaset boyutu da olabilir fakat bu durum uluslararası camia için önemini azaltmaz”şeklinde konuştu.
Amiral Sağdıç, Cumhurbaşkanının bu açıklamayla 24 Temmuz 1923 Lozan ve 10 Şubat 1947 Paris Antlaşmaları’nın ilgili maddelerini dünya kamuoyunun gündemine soktuğunun altını önemle çizdi.
Bu antlaşmalarda yer alan adaların silahsızlandırılması hususundaki maddelerin batılı devlet ve hükümet başkanlarının gündemine girdiğini de ilave etti.
Kadir Sağdıç Amiral, Milli Ordu’nun teşkil edilebilmesi için yerli harp sanayisinin çok büyük önem taşıdığını fakat yerli harp sanayisi hiç olmasa bile millî ordu kurulabileceğini ifade etti.
Fakat esas olanın elbette ki millî harp sanayisini güçlendirmek ve dışarı bağımlıktan tamamen kurtulmak olduğunu da kuvvetle belirtti.
SİHA’larda kullanılan küçük motorların millî olduğunu ve Eskişehir’de F-16 harp uçaklarının motorlarının aynısından üretebilme imkân ve kabiliyetinin yaratılmasının mümkün olduğunu söyleyen Amiral Sağdıç, Rusya ve İngiltere’nin Türkiye’ye millî harp uçağımızın motorlarını satabilmek için mücadele içinde olduğunu da hatırlattı.
Sağdıç Amiralim, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasının millî harp uçağı üretilmesi konusunda ülkemizin kesinlikle önünü açtığını da belirtti.
Kıymetli Kadir Sağdıç Amiralim son olarak, Almanya’nın yerli tankımız Altay’ın motorunu satma konusunda ambargo koyarak, Alman menfaatleri açısından hata yaptığını söyledi. Bu durumun Türkiye’nin menfaatine olduğunu ve millî tank projesinin önünü açtığını da sözlerine ilave etti.
***
Türkiye’nin millî davalarıyla ilgili olarak sürekli çalışan, üreten, yazan ve anlatan aziz dostum Amiral Cem Gürdeniz’e de sorular sorarak bu önemli konuyu daha fazla irdelemek istedim.
Mavi Vatan kavramının yaratıcısı olan Amiral Gürdeniz, görüşlerini kamuoyunun çok yakından tanıdığı çok değerli bir amiral ve stratejisttir.
Türk kamuoyu; jeopolitika, jeostrateji ve jeoekonomi kavramlarını onun sayesinde öğrendi ve sorgulamaya başladı.
462.000 km2 mavi bir vatanımız olduğunu sade vatandaş onun ısrarlı çabalarıyla öğrendi.
Ve nihayet, Mavi Vatan halka mal olurken devlet de buna kayıtsız kalamadı ve kavrama sahip çıktı.
Cem Gürdeniz Amiralim tartışma kabul etmez bir Millî Ordu taraftarı. NATO konusunda ise kesinlikle kan kırmızı.
Şu sözleri ne demek istediğimi sanırım anlatacaktır: “Ben olsaydım 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün hemen ertesi günü, 16 Temmuz 2016 sabahı NATO’dan çıkardım. Çünkü bu darbe teşebbüsünü tezgâhlayan NATO’dur.”
Bu saptama ve kararlılığına şu çok önemli tespitle devam ediyor: “NATO üyeliği Türkiye’nin jeopolitiğini cesaretle kullanmasını önlüyor.”
Gürdeniz Amiral, darbe teşebbüsü gecesinde ülkemizdeki ABD üslerinde hangi ihanetlerin sergilendiğini herkesin bildiğini de söyledi.
(Bu noktada, Amiralimizin görüşlerine biraz ara vererek bir hatırlatmak yapmak isterim:
İktidar yetkilileri darbe teşebbüsünün hemen ardından çok doğru bir tespitle bu işin arkasında ABD’nin olduğunu ifade etmişler ve bunu kamuoyuyla hem de yüksek bir tonda paylaşmışlardı. Daha sonra bu çok haklı ve doğru tepkiler gittikçe azaldı ve nihayetinde sönümlendi. Hata edildi!
Türk ve dünya kamuoyu maalesef muhalefet partilerimizin pek çoğundan bu saptamayı ve eleştirileri işitmedi.
Bu durum, esasında, iç cephe açısından bir eksiklikti. Millî birlik ve dayanışmamız ve iç cephenin bütünlüğünün tüm dünyaya gösterilmesi açısından iktidar ve muhalafet bu konuda çok kararlı ve dirayetli olarak ortak bir tavır sergileyebilseler çok daha etkili olurdu kanaatindeyim. Türkiye, bütün siyasi partileriyle ya da kahir ekseriyetiyle darbenin ABD tezgâhı olduğu hususunda ortak tavır ve refleks gösterebilse, gelecek açısından ülkemiz için çok farklı ve hayırlı sonuçlar sağlanabilirdi.
Yazık ki ki olmadı! Çok yazık, çok!
Değerli Cem Gürdeniz Amiralim bu işin arkasında NATO’nun olduğunu söylerken elbette ki bir doğruya işaret etmiş oluyor.
ABD’nin meşhur ve nahoş CIA’ini de unutmamak lazım!)
Cem Amiralim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan’a hitaben yaptığı uyarı konuşmasını da değerlendirdi. “Şaka yapmıyoruz” sözlerini doğru bir hamle olarak gördüğünü belirtti. Fakat bu çıkışın çok geç yapıldığını, bu gecikmede sadece son 20 yılın değil, 1950’li yıllardan itibaren görevde olan hükümetlerin hatası olduğunu belirtti.
Amiral Gürdeniz, Yunanistan’a ait olan adalar yetmezmiş gibi, aidiyeti tartışmalı olan adaların hem de bu ülke tarafından silahlandırılmasını kabul edilemez bulduğunu söyledi.
Kaldı ki egemenliği bu ülkeye ait olan adaların bile 1923 Lozan ve 1947 Paris antlaşmalarına istinaden silahlandırılmasının mümkün olmadığını kuvvetle vurgularla hatırlattı.
Egemenliği gri statüde olan adalarda bile Yunanistan’ın izlediği bu tutumun kabul edilemez olduğunu ise özellikle vurguladı.
Amiral Cem Gürdeniz, Yunanistan’ın Türkiye için büyük önem arz eden Suriye harekâtını geciktirmek için kışkırtmalarda bulunduğunun da altını çizdi.
ABD’nin Yunanistan’daki üslerini kalıcı hâle getirmeyi istediğini ise önemle belirtti. Yunanistan’ın ABD’yle son dönemlerde giriştiği ilişki ile egemenliğinden vazgeçtiğini ve kendisini ABD’nin eline terk ettiğini de ilave etti.
Kıymetli Amiralimiz, Yunanistan’ın ABD’ye güvenerek Türkiye’ye karşı kışkırtıcı siyaset takip etmesinin yanlışlığına ilişkin şu veciz sözlerle uyarıda bulundu:
“Türkiye’nin dostluğu Türkiye’nin düşmanlığıyla kıyaslanamaz.”
Konulara serinkanlılıkla ve gerçekçilikle bakılmasının önemini de dile getiren Amiral Cem Gürdeniz, Rusya-Ukrayna savaşı devam ederken ABD’nin Türk-Yunan savaşını istemeyeceğini ve bu durumun NATO içinde çatlaklara sebebiyet verme potansiyelinin olduğunu da bildirdi.
***
Komutanlarımıza, fevkalade önemli görüşlerini ilk ağızdan benimle paylaştıkları ve değerli okurlarıma aktarmama vesile oldukları için tekraren teşekkür ederim.
Pek kıymetli askerî uzmanlıklarının yanı sıra, derinlikli birer entelektüel olmaları, dünyayı ve Türkiye’yi takip etmeleri görüşlerini ayrıca önemli ve değerli kılıyor.
Pek çok yazımda yazdığım gibi, devletin bu hazine değerindeki bilgi, birikim ve tecrübelerinden istifade etmemesi beni çok üzüyor.
Ülkemiz için ne büyük kayıp, ne büyük ziyan…
***
Her birinin vatanseverliklerinden, devlete, vatana, Türk milletine, Cumhuriyet’e ve Atatürk’e bağlılıklarından zerre şüphe edilemeyecek bu değerli komutanların görüşleri özetle böyle.
Türkiye’nin yüksek millî menfaatleri, vatanımızın üniter yapısı, bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyet değerleri, devletin bekası, Atatürk ilkeleri ve millî güvenliğimiz konusunda fevkalade hassas olan ve birebir aynı noktada konumlanan komutanlarımızın, bazı hususlarda farklı düşüncelere sahip oldukları görülüyor.
Fakat bu durum, komutanlarımızın ve onlar gibi pek çok kahraman silah arkadaşlarının memleketimizin âli menfaatlerinin temini konusunda aynı doğrultuda oldukları gerçeğini değiştirmez.
Yüksek bir vatanseverlik duygusuna ve derin bir entelektüel donanım ve birikime sahip kişiler arasında bazı konularda görüş ve düşünüş farklılıkları olması gayet normaldir. Aslolan, hedeflenen sonuçtur.
Ve elbette ki aslolan, ulaşmayı hedeflediğimiz tam bağımsızlık ülküsüdür.
***
Önceki yazımda da belirttiğim gibi, şartlarımızı oluşturduğumuzda NATO’dan kesinlikle ayrılmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bunun yanında, mevcut konjonktürde bünyede kalmamızın millî menfaatlerimizin temini konusunda daha doğru bir yol olacağı kanaatindeyim.
Türkiye’in en küçük askerî birliğinin, hatta abartarak söyleyeyim, bir tek manga askerinin bile NATO’ya tahsisli olmadığı Millî Ordu en büyük hayalimdir.
Bunun temini hususunda aziz komutanlarımın görüşlerini az evvel okudunuz.
Netice olarak, çok kolay olmasa da, zaman içinde uygun konjonktür yakalama imkânı vardır. Böyle bir ortam ve zeminde, herhangi bir askeri pakta üye olunmayan, tamamen bağımsız ve aktif tarafsızlık politikası uygulayan Millî Ordu’nun yaratılması pek çok etkene bağlı olarak mümkün görünmektedir.
Bu etkenlerden kanaatimce en önemlisi iç cephedir. Çünkü hiçbir şey halka dayanmadan yapılamaz. Yapılsa da kalıcı ve başarılı olamaz. Esas olan Türkiye halkıdır, Türk milletidir.
İç cephe, en ufak bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde tahkim edilerek sağlamlaştırılmalıdır.
Bilahare, millî harp sanayisinin tesis edilmesinin hayati önemini hatırlatmak isterim. Tartışmasızdır: Nihai hedef, kademeli olarak yüzde yüz yerli harp sanayisine geçiş olarak belirlenmelidir.
***
Türkiye; Aselsan, Havelsan, Roketsan gibi millî harp sanayisine hizmet veren çok değerli şirketlere sahiptir ve MİLGEM gibi muazzam projeleri üstün başarıyla yürütmüş ve sonuçlandırmış büyük bir devlettir.
Ülkemiz, millî harp sanayisinde çok önemli aşamalardan geçmiş ve başarılar kazanmıştır.
Türkiye, millî gemi inşa etme kabiliyet, imkân ve yeterliliğine sahip olarak harp gemisi ihraç edecek bir seviyeye ulaşmıştır.
Ayrıca SİHA ve İHA’larımızın fevkalade başarısı artık dünyanın dilindedir. Onlar da ihraç kalemlerimiz arasına katılmıştır.
Ne mutlu bize. Ne kadar iftihar etsek azdır.
Komutanlarımın da önemle vurguladıkları gibi, Türkiye’nin ABD tarafından büyük bir haksızlıkla F-35 harp uçağı programından çıkarılması ve Almanya’nın yine büyük bir haksızlık yaparak millî tankımızın motorlarını satmaya ambargo koyması esasında Türkiye için büyük fırsat ve imkânları bünyesinde barındırmaktadır.
***
Katiyen unutmamalıyız ki bu aziz ve büyük devlet, 1974’ten evvel Rum mezalimi ve katliamı altında inleyen Türk soydaşlarını kurtarmak için Kıbrıs’a bir askerî harekât düzenleyemiyordu. Bunun kahreden tek sebebi ise çıkarma gemilerine sahip olmayışımızdı.
“Zor, oyunu bozar.”
Bu, tarihte hep böyle olmuştur. Daima böyle olacaktır.
Bu hususta takdir ve saygıyla anmak isterim ki dönemin hükümetleri ve Başbakanı Süleyman Demirel, bu acil ve yakıcı ihtiyaca derhal el atarak çıkarma gemilerinin inşasına başlamışlar ve 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı böylelikle yapılabilmiştir.
Yine hatırlatmak isterim ki Kıbrıs Barış Harekâtı’nı müteakip sözde müttefikimiz ABD her zamanki kalleşliğini yapmış ve Türkiye’ye ambargo uygulamaya başlamıştır. (Demirel, derhal ABD üslerini kapatarak bu tutuma hak ettiği cevabı vermiştir. İşte, yaklaşık 50 sene sonra iftiharla andığımız özlenen devlet adamlığı ve büyük devlet tavrı.)
Millî harp sanayimizin ve elbette ki hepimizin gözbebekleri olan Aselsan, Havelsan, Roketsan gibi şirketler hep o ambargodan sonraki millî harp sanayisine yönelme politikalarının ürünüdür.
Emeği geçenleri saygıyla yadediyorum.
***
Çok sevdiğim bir söz vardır: “Kul sıkışmazsa hızır yetişmez.”
İşte, "çılgın Türk" de böyle sıkıştırılınca başının çaresine bakmış, millî harp sanayimiz o zor günlerde doğmuş ve bugünlere ulaşmıştır.
Buna vesile olan sözde dost ve müttefik, gerçekte ise daima kalleş ABD’ye teşekkür borçluyuz!
Yokluk ve zorluk içindeki o günlerden bu günlere Türkiye büyük mesafe kat etmiştir. Fakat geldiğimiz noktayı katiyen yeterli göremeyiz.
Artık hedefimiz bellidir: Millî harp uçağı ve millî tank başta olmak üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyacı olan tüm silahları yüzde yüz Türkiye’de ve yerli olarak üretmek…
***
Aziz ve büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihin en büyük dehalarından biri olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile onun silah ve fikir arkadaşları eliyle kurulmuştur.
Bu devlet, 10 Kasım 1938 günü saat 9’u 5 geçeye kadar tam bağımsızlık ülkü ve hedefini gerçekleştirmiş, bundan milim sapmadan hayatının ilk 15 yılını başı dik ve saygın biçimde yaşamıştır.
Yazık ki özellikle II. Dünya Harbi’nin hemen ardından ve bilahare 1948 yılındaki“Marshall Yardımları”ndan sonra, haydut Atlantik yapının devlete elini uzatmasına müsaade edilmiş ve sonraki 75 senede Cumhuriyetimiz içten içe kemirilmiştir.
Sonuçta, Türk milletine o eşsiz liderin ve kurucu kadronun tam bağımsızlık ilkesi adım adım unutturulmuştur.
En ufak bir şüphem yoktur ki, Türkiye, doğru siyasetçi evlâtlarının izleyeceği millî politikalarla güya müttefiklik hukuku ile bağlı bulunduğu Atlantik sistemden kurtulacak, ardından kahraman ordusunu NATO’dan çekip çıkaracak ve hem Millî Devlet’i hem Millî Ordu’yu eksiksiz olarak tesis edecek iradeye, güce, kararlılığa ve yüksek ruha sahiptir.
Yorumlar
Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın