“Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Osmanlı İmparatorluğu 20. yüzyıla büyük çalkantılarla girdi. Halk II. Abdülhamit istibdadından bunalmıştı. Bunun sonucu olarak 23 Temmuz 1908 tarihinde İttihatçı subaylar (İttihat Terakki Cemiyeti/Fırkası) tarafından II. Meşrutiyet ilan edildi. Zaten bundan 9 ay sonra da 27 Nisan 1909’da Abdülhamit tahttan indirildi. Ülkeye 33 yıllık baskı yönetiminden sonra hürriyet havası gelmişti ama siyasi istikrar bir türlü sağlanamıyordu.
Osmanlı’nın üzerinde tam 100 senedir bölünme ve parçalanma tehdidi vardı. Bu durum 1815 Viyana Kongresi’nde görüşülmüştü.
Devletin bu kadar zayıfladığı bir dönemde art arda savaşlar patlak vermeye başladı. Önce Trablusgarp Harbi’nde (1911-1912) Libya İtalyanlara terk edildi, ardından Balkan Harbi’nde (1912-1913) yaşanan faciayla doğu Trakya dışındaki tüm Rumeli toprakları kaybedildi. Bu arada Yemen isyanıyla uğraşılmış, sayısı belirsiz vatan evlâtları Arap çöllerinde bırakılmıştı.
İşte bu inanılmaz olumsuz şartlarda I. Dünya Savaşı’na girildi ve pek çok cephede savaşıldı. Bu savaşın sonunda 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ile 600 yıllık imparatorluk dağıldı. Fakat özellikle Çanakkale cephesinde kahraman Türk ordusunun kazandığı başarı Türk’lerin vereceği İstiklâl Savaşı’nın ilk işaret fişeği oldu.
Esasında Türk İstiklâl Savaşı’nı Çanakkale Harbi’nden başlatmak yanlış olmayacaktır.
Türk İstiklâl Savaşı, Çanakkale’den aldığı güç, tecrübe ve güvenle fiili olarak 19 Mayıs 1919’da başladı. Büyük Millet Meclisi Orduları, sarayın ve İngilizlerin desteklediği hain ve gerici iç isyanlarla boğuşurken,aynı zaman diliminde I. İnönü, II. İnönü ve Sakarya Meydan Muharebesi’ni de kazandı.
En nihayetinde de İngiliz kışkırtmasıyla vatanımızı işgale yeltenen küstah, şımarık ve kıyıcı Yunanlılara 30 Ağustos 1922’de son darbe vuruldu.
Bu öyle bir darbeydi ki Yunan bunu “Küçük Asya felaketi” olarak tanımladı ve sonsuza kadar Türk toprağına göz dikmemesi gerektiğini anladı!
Tüm bunlar o zorlu şartlar altında inanılması zor, mucize kabilinden başarılardı. Elbette ki bu zaferlerin mimarı da Türk milletinin desteğini arkasına alan eşsiz Gazi Mustafa Kemal Paşa’ydı.
Ülke bağımsızlığına kavuşturulduktan sonra sıra halk iradesinin egemen olacağı rejimi kurmaya gelmişti. O rejim de Cumhuriyet’ti.
Eşsiz liderin savaşın ve bağımsızlığın kazanılacağı konusunda kendisine ve Türk milletine güveni tamdı. İşte bu güvenledir ki daha Millî Mücadele’nin en başında Mazhar Müfit Bey’e (Kansu) zaferden sonra Cumhuriyet’i ilan edeceğini söylemiş ve hatta Mazhar Bey’in defterine not ettirmişti.
Cumhuriyet, halk egemenliğine dayanır. En basit tanımla halkın kendi kendisini yönetmesidir. Egemen sınıf yoktur. Ülke kan bağıyla ya da hanedanlıkla yönetilemez. Devleti yönetme yetkisine doğuştan sahip olunamaz. Halk, içinden kimi istiyorsa onu seçer ve yönetime getirir.
İşte bu sisteme eşsiz liderin bazı yol ve silah arkadaşları bile karşı çıkmıştır. Bu kişiler saltanatın devamını istemişlerdir. O saltanat ki Millî Mücadele’yi baltalamak için İngiliz oyuncağı olarak her türlü hainliği yapmıştır!
Bu saltanat taraftarı yakın arkadaşlarından Rauf Bey (Orbay) “Kursağımda padişahın lokması duruyor. Saltanata nasıl karşı olabilirim” diyebilmiştir.
Sonuçta Gazi Mustafa Kemal Paşa millet, devlet ve memleket için en doğru yönetim biçimi olan Cumhuriyet konusunda geri adım atmamıştır.
Bu arada hatırlatmakta fayda var: Büyük zaferin kazanılmasından sonra Gazi Paşa’ya padişah ve halife olmasını telkin edenler de olmuştur. O eşsiz deha tüm bu teklifleri elinin tersiyle itmiştir.
29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Cumhuriyet; uygarlıktır, aydınlanmadır, çağdaşlıktır.
Cumhuriyet; kulluktan vatandaşlığa geçiştir.
Cumhuriyet; özgür, bağımsız ve onurlu vatandaşların rejimidir.
Cumhuriyet; insani değerlerin yüceltilmesidir.
Cumhuriyet; bireyin özgür iradesinin sahibi olması demektir.
Cumhuriyet; akılcılıktır, bilimdir.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra doğal akış gereği arka arkaya devrimler de yapılmaya başlandı. İşte tüm bunlara Cumhuriyet’in değer ve kazanımları diyoruz.
Hatırlayalım mı o kısa sürede yapılanları; bu değer ve kazanımları?
Kapitülasyonların kaldırılması, Laiklik Devrimi, Harf Devrimi, saltanatın ve hilafetin kaldırılması, Kıyafet Devrimi, Adalet sisteminin tamamının reformu, Medeni Kanun’un kabulü, Ceza Kanunu’nun kabulü, Ticaret Kanunu’nun kabulü, tekke ve zaviyelerin kapatılması, uluslararası ölçü sistemine geçilmesi, uluslararası takvim-saat sistemine geçilmesi, kadına seçme-seçilme hakkının verilmesi, Soyadı Kanunu, Şapka Devrimi, üniversite reformu, medreselerin kapatılması, Millî Eğitim reformu, Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Eğitim-Öğretimin birleştirilmesi), Denizcilik ve Kabotaj Kanunu, iktisadi reformlar, Kalkınma Planları’nın yapılması, Merkez Bankası’nın kurulması, İş Bankası’nın kurulması, Türk Tarih Kurumu’nun kurulması, Türk Dil Kurumu’nun kurulması, Halkevlerinin açılması, Ankara’nın başkent ilan edilmesi, mülki idarenin yeniden yapılandırılması, millî sanayinin kurulması, fabrikalar açılması, tarım kredi kooperatiflerinin kurulması, öşür (aşar) vergisinin kaldırılması, çiftçiye yönelik reform ve iyileştirmeler, Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün kurulması (A.Ü.Ziraat Fakültesi), Atatürk Orman Çiftliği kurularak örnek tarım çalışmalarının yapılması, Sanayi Teşvik Kanunu’nun çıkarılması, ticaret ve sanayi odalarının kurulması.
İşte tüm bu devrimler ve yapılan büyük işler inanılmaz kısa sürede Türk milletini uygar milletler arasına sokmuştur. Türk milletinin her bir ferdine insana yaraşır, başı dik ve onurlu yaşama imkânı tanımıştır.
Cumhuriyetimizin 96. yılı kutlu olsun. Dünya durdukça nice yüz yıllara ulaşsın Cumhuriyetimiz.
Bu yıldönümü vesilesiyle eşsiz Mustafa Kemal Atatürk’ü, onun silah, devrim, fikir ve Cumhuriyet idealini paylaşan arkadaşlarını her an artan hayranlık ve sevgiyle anıyor, yüce anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Yazıyı eşsiz Atatürk’ün sözleri ile bitirmek istiyorum:
“Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Yorumlar
Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın