Ahmet Necdet Sezer



Değerli okurlar, zaman zaman sevdiğim ve saygı duyduğum kişilerle ilgili biyografik portre tarzında yazılar yazıyorum. Bu konuda kendimi dar bir alana sıkıştırmadan, toplumun her kesiminden değer verdiğim kişileri kaleme alıyorum.

Bugün, kendisine büyük saygım olan değerli devlet adamı, 10. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’i sizlerle buluşturmak istedim. 

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 1941 Afyon doğumludur. Lise öğrenimini Afyon Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1962 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. 

Hâkim adayı olarak meslek yaşamına başlayan Sezer, Dicle ve Yerköy’de hâkimlik yapmıştır. Mezun olduğu fakültede 1977-78 yıllarında “Medeni Hukuk” alanında lisans üstü eğitimi almıştır.

Ahmet Necdet Sezer, 1983 yılında Yargıtay Üyeliği’ne seçilmiştir. O zamana kadarki “en genç üye” sıfatıyla 1988 yılında Anayasa Mahkemesi Üyeliği görevine getirilmiştir. 
(Kanaatimce bu tayin, 12 Eylül cuntasının lideri olarak memlekete büyük zararlar veren Kenan Evren’in devletin başında olduğu 9 senede, seyrek de olsa, verdiği doğru kararların başında gelmektedir.)

Bu görevde 10 yıl kalan Sezer, 1998’de yüksek mahkemenin başkanı seçilmiştir. Bu görevinde Anayasa’yı ve hukukun üstünlüğünü daima gözetmiş ve düşünce özgürlüğünü savunmuştur. 

Bu konuda en önemli örnek ise 26 Nisan 1999 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nin 37. kuruluş yıl dönümü töreninde yaptığı konuşmadır. 
Konuşmanın tamamı, demokrasi ve insan hakları temelinde düşünce özgürlüğü konusuna ayrılmış olup muazzam bir ders niteliğindedir. 

Kısa bir bölümünü vereceğim bu konuşmanın tamamını okumanızı kuvvetle tavsiye ederim. 
(Konuşmanın tamamını www.anayasa.gov.tr internet adresinden bulabilirsiniz.)

“(...) Düşünceyi açıklama özgürlüğünün önemi, her şeyden önce, onun başka birçok özgürlüğün kaynağını veya temelini oluşturmasından ileri gelmektedir. Kişinin varlığının temeli olan düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü, demokrasinin de temeli ve ayrılmaz bir parçasıdır.

(...) Düşünceyi açıklama özgürlüğü, bireysel bir özgürlük olmasına karşın demokrasinin işlemesi yönünden de toplumsal bir önem taşır. Demokrasinin vazgeçilmez ögesi olan çoğulculuk, kişilerin siyasal örgütlenmesi yanında toplumsal örgütlenmesinİ de gerektirir.

(...) Çoğulcu demokrasilerde, azınlığa “çoğunluk durumuna geçebilme hakkı“ tanınır. Bu hak, kendisine bağlı olarak, düşünceyi açıklama özgürlüğü ile birlikte diğer tüm hak ve özgürlükleri de beraberinde getirir.

(...) Toplumun ilerlemesi, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli olan düşünceyi açıklama özgürlüğü, demokratik toplum temellerinden biridir; özgürlükçü ve çoğulcu demokratik düzenin kurucu ögesidir. Bu niteliği gereği, sınırlamaya en az elverişli özgürlükler arasında yer almaktadır...”

***

Demokrasiyi ve düşünce özgürlüğünü tamamen özümsemiş ve içselleştirmiş bu devlet adamı tavrını ne kadar da özlemişiz...

Hatırlıyorsunuz değil mi: Bizim 20 sene evvel böyle bir Anayasa Mahkemesi Başkanımız ve Cumhurbaşkanımız vardı...

***

Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı dönemi sona ererken, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Ahmet Necdet Sezer’i, Cumhurbaşkanı adayı olarak önermiştir. Koalisyon ortakları Devlet Bahçeli ile Mesut Yılmaz bu teklifi desteklemişler, muhalefette olan Recai Kutan ve Tansu Çiller de kabul etmiştir.

TBMM’de yapılan oylama sonucunda Ahmet Necdet Sezer, 5 Mayıs 2000 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. 

***

Yeni Cumhurbaşkanı devleti tam bir tarafsızlık ve Anayasa’ya uygun olarak yönetmeye başlamıştır. Bu da dönemin hükümetinin ve özellikle Başbakan Bülent Ecevit’in tepkisiyle karşılanmıştır.

Dönemin Başbakan Yardımcısı olan Hüsamettin Özkan’ın açıklamalarından anlaşıldığı üzere, Cumhurbaşkanı’nın yetki ve inisiyatiflerini kullanması istenmemektedir. Hatta “Onu biz seçtik, dediklerimizi yapmalı; en azından zorluk çıkarmamalı” görüşünün hâkim olduğu görülmektedir.   
Cumhurbaşkanı Sezer, hükümetin onay için yolladığı bazı kararnameleri “hukuk devleti ilkesini aykırı” olduğu gerekçesiyle iade edince gerginlik iyice artmıştır.

Bu ortamda, 19 Şubat 2001 tarihinde yapılan Millî Güvenlik Kurulu toplantısında “Anayasa kitapçığı fırlatılması” denilen olay yaşanmış ve akabinde, Türkiye, sonuçları çok ağır olan bir ekonomik krizin içine girmiştir.

***

Bu olayı; öncesi, yaşandığı sırada ve sonrası itibarıyla incelemek faydalı olacaktır.

Esasında, az evvel bahsettiğim temel anlaşmazlık ve uyumsuzluk dışında en büyük sorun, gelmekte olan ekonomik krizdir.  
Kriz “bağıra bağıra” gelmekteydi ve hükümet hiçbir şey yapamıyordu. 
Yoksa; ekonomik dengeleri oturmuş, yapısal bir finansal sorunu olmayan bir ülkede bu nevi bir siyasi tartışmayla tarihin en büyük ekonomik krizlerinden birine savrulmak olacak iş midir?

Kaldı ki o konuda sadece “siyasiler” konuşmuştur. Hüsamettin Özkan, çok yakışıksız bir şekilde Cumhurbaşkanı’na “nankör kedi” bile diyebilmiştir. 
Orada yaşananları Başbakan’a “Anayasa kitapçığı fırlatıldığı” biçiminde anlatmak abartılıdır ve hakkaniyete sığmaz.  
Bu açıklamadan, sanki bir kitapçığın Başbakan’ın yüzüne ya da vücuduna “fırlatıldığı” gibi bir anlam çıkıyor ki, bu, en hafif tabirle abartmadır.

Olayın öncesi ve yaşandığı an böyledir. Ekonomik krizin izahı için bir “bahane” lazımdı ve o da bulunmuştu!

Şimdi gelelim olayın sonrasına. Bunu inceleyebilmek için olaydan kısa süre sonra yaşananlara bakılmalıdır.

Bu büyük krizden sonra bir “kurtarıcı” olarak Kemal Derviş akıllara geldi! Derviş, Dünya Bankası’ndaki görevinden Türkiye’ye “yollandı.”

Ecevit’in daha sonra “Siyasi hayatımın en büyük hatalarından biri” dediği bu olay, Türk siyasetini etkilemiş, dizayn etmiş ve hatta olumsuz etkileri sonraki nesillerde bile hissedilecek bir büyük hatadır.

Kime ve neye hizmet ettiği malûm olan Derviş’e evvela bir bürokratlık ya da Merkez Bankası Başkanlığı önerildiği, bu kişinin bunları kabul etmeyerek, “ekonomide tek yetkili Bakan“ olması şartıyla gelmeyi “kabul ettiği” medyada yazılmış çizilmiş, kamuoyunda konuşulmuştur. 
Nitekim istediği gibi de olmuş, Türkiye adına IMF ile ilişkileri Devlet Bakanı Derviş yürütmüştür.

Derviş geldikten bir süre sonra, yanına “Beykoz Konakları sakini” Hüsamettin Özkan ve eski Bakan İsmail Cem’i de alarak DSP’yi parçalamışlar ve (güya) yeni bir parti kurmak için yola çıkmışlardır. Parti kurulmuş ve Cem, Genel Başkan yapılmıştır.

Fakat Derviş’in baştan itibaren hesapları başkadır! 
Kurulan partiye hiç katılmamıştır. Şahsi kanaatim Özkan ve Derviş’in, İsmail Cem’i bilerek aldattıkları ve yarı yolda bıraktıklarıdır. 
(Çok üzücüdür ki, Deniz Baykal, böyle "işler" yapan Derviş’i CHP’den milletvekili yapmıştır.)

***

Tüm bu toz duman arasında, Bahçeli, hiç de mecburiyet ve lüzum yokken erken seçim istemiş ve yapılan seçimde hükümet ortakları sandığa gömülmüştür.” 
Hemen ardından da kurulalı henüz bir sene olan AKP iktidara gelmiştir.

İnsan düşünmeden edemiyor: Hüsamettin Özkan’ın Ecevit'i de “sürükleyerek” yarattığı Anayasa kitapçığı mizanseni kime yaradı? 
Burada bir kanaatimi de söylemeliyim: Bu olay olmasaydı hiç şüphem yok ki buna benzer bir senaryoyla, benzer şeyler yaşanacaktı.

Evet, soruma dönüyorum: Bu iş kime yaradı?

ABD, hiç hazzetmediği hükümetten kurtuldu, ilave olarak Derviş eliyle Türk ekonomisinde istediklerini yaptı ve ilk seçimde AKP iktidara geldi.

Yoruma gerek var mı?

***

Konudan biraz sapar gibi olduk ama öyle değil. Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı makamında henüz bir senesi dolmadan yaşananlar iyi bilinmezse hem Sezer tam anlaşılamaz hem de Türkiye’nin bugünü doğru analiz edilemez.

***

3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP, on yıllardır bir türlü düzeltilmeyen, çarpık, adaletsiz ve sadece en büyük partiye haksız avantaj sağlayan seçim sistemi sayesinde %34 oy alarak, Meclis’in %64 çoğunluğunu eline geçirdi. 

Bu seçim sistemini AKP’den önce iktidara gelen hiçbir parti değiştirmemiş, “büyük” oldukları için kendilerine yarayacağını düşünmüştür. Yetmez gibi %10 gibi ucube bir baraj oranına da dokunulmamıştır. Olan demokrasiye ve hakça temsile olmuştur; olmaktadır.  
AKP de kendisinden öncekilerin yolundan gitmiş, bu sistemi olumlu yönde değiştirmediği gibi, başka haksızlıklara ve seçim şaibelerine yol açmıştır.

***

Cumhurbaşkanı Sezer, bu dönemde evvela Abdullah Gül, daha sonra da siyasi yasağı kalkan Recep Tayyip Erdoğan’la Başbakanlıkları dönemlerinde çalıştı.

Cumhuriyeti, Anayasa ve hukuk devletini daima üstün tutan Ahmet Necdet Sezer’in bu hükümetlerle “doku uyuşmazlığı” yaşadığı herkesin malûmudur.

Cumhurbaşkanı Sezer, AKP hükümetleri döneminde Anayasa’yı ve hukuk devletini büyük bir kararlılıkla savunmuş ve en üst derecede özen göstermiştir. 
Bu, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı devlet adamı hassasiyetinden dolayı, Bülent Ecevit ve özellikle de AKP hükümetleri döneminde veto hakkını en çok kullanan Cumhurbaşkanı olmuştur.

***

Ahmet Necdet Sezer, Cumhuriyet’i, Anayasayı, kanunları titizlikle koruyan, laisizme bağlı olan, her zaman hukuku egemen kılmak için çalışan, siyasete ve siyasilere konumunun gerektirdiği biçimde daima tarafsız yaklaşan ve mesafesini muhafaza eden, adil ve hakça bir yönetim sergileyen, devletin itibarına büyük hassasiyet gösteren, devleti ve devlet imkânlarını kati surette şahsi amaçları için kullanmayan, kuvvetler ayrılığına özel önem veren, düşünce özgürlüğüne inanan ve savunan, demokratik sisteme daima bağlı kalan ve Türkiye’nin bir hukuk devleti olarak yönetilmesi yönünde çalışan, çağdaş değerleri benimsemiş, çok kıymetli bir devlet adamı ve Cumhurbaşkanı’ydı.

Devlet malını koruması ve bunu gösteriş için değil, samimi olarak yapması tüm siyasilere ve devletin makamlarında bulunanlara örnek teşkil etmelidir.

Bu konuda tek bir örnek vermek isterim. Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde yapılan oğlunun düğün töreninde elektrik sayaçlarını ölçtürerek düğün süresince "kişisel kullanım" olduğunu söylediği elektrik parasını kendi cebinden ödemiştir. 
Hiç alışık olmadığımız biçimde, düğüne davet ettiği kişilere “hediye getirilmemesi” ricasında bulunmuştur. 
Bu yüce ve asil davranışlarıyla halkın gözünde daha da büyümüş, toplumun ortak hafızasında ve vicdanında hak ettiği müstesna yeri almıştır.

***

Ahmet Necdet Sezer, Cumhuriyet rejiminin erdemleri sayesinde Anadolu’dan yetişip okuyarak devletin en yüce makamına çıkmış bir kişidir.  
Öğretmen olan eşleri Hanımefendi ve çocuklarıyla, önceki mütevazı hayatları nasılsa Cumhurbaşkanlığı döneminde de bunu değiştirmemişlerdir.

Örnek olarak, markete alışverişe giderek kasada sıraya girmesi ya da makam aracındayken trafik ışıklarında beklemek istemesi hep bu anlayışından kaynaklanmaktaydı.  
Başkalarına bir Cumhurbaşkanı tarafından bu davranışlar sergilendiğinde tuhaf geliyordu ama onun için son derece normaldi. Çünkü onun hayat tarzı hep böyle olmuştu.

Cumhurbaşkanı Sezer, devletin temsilinin gerektirdiği hâller dışında hiçbir zaman ortalarda görünmedi. Medyatik olmaya çalışmadı.  
Görevinin gerektirdiği vakarı ve devlet adamı tutum ve davranışlarını eksiksiz sergiledi. Atatürk’ün de oturduğu o yüce makamın itibarını ve saygınlığını daima korudu. Makama itibar kattı.

***

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, üstün insani değerlere ve hasletlere sahip bir kişidir. Bu özelliklerin en önemlilerinden biri olan mütevazı yaklaşımlarından bir örneği de kendimden vermeliyim: Birkaç yıl evvel, son çıkan  kitabımı imzalayarak ve içinde bir mektupla birlikte kendilerine göndermiştim. Sanırım kargo iki günde kitabı ulaştırmıştır. 

Sayın Cumhurbaşkanım, üçüncü gün teşekkür etmek için telefonla beni aradılar. 
Böyle bir tevazu, nezaket ve itinadan bahsediyorum işte...

***

Ahmet Necdet Sezer, zor ve çalkantılı bir dönemde Cumhurbaşkanlığı yaptı. Ülkemiz kısa bir süreçte ekonomik kriz, Irak tezkeresi gibi konularla karşı karşıya kaldı. 

Tüm görev dönemi boyunca Anayasa’ya bağlılık ve hukuk devleti uygulamalarının dışına çıkılmaması için büyük uğraş verdi. Veto ettiği kararname, kanun ya da Bakanlar Kurulu kararlarındaki temel hassasiyeti daima bu oldu.

Naçiz kanaatim, Ahmet Necdet Sezer‘in çok başarılı bir Cumhurbaşkanı olduğudur. Cumhuriyet'e ve yeminine tamamen bağlı kalmıştır.
Devleti temsil eden en yüce makamda görev yaptığının bilinciyle büyük hizmetlerde bulunmuştur.  
Bir Türk vatandaşı olarak kendisine müteşekkirim.

***

Saygıdeğer Cumhurbaşkanım Ahmet Necdet Sezer’e, muhterem eşleri Semra Sezer Hanımefendi ve tüm ailesiyle birlikte uzun, sağlıklı ve mutlu bir ömür diliyorum.

 

 

 

 

 

  • Mehmet S. Nane

  • 26 Aralık 2020

Sayfayı Paylaş

Yorumlar

Ahmet Aslan 26 Aralık 2020

Yukarıdaki yazılanlara her yurtsever gibi bende katılıyorum. Ancak ben başka bir pencere açmak istiyorum. Sn SEZER hükümetlerin özelliklede AKP hükümetlerinin anti demokratik ve Anayasa uymayan karalarını veto ederken veto gerekçelerini yeterince vatandaşa anlatamadı. Çankaya fanusundan dışarı çıkarak gerekiyorsa yurtiçi gezileri ve toplantıları düzenleyerek veto gerekçelerini anlatabilirdi. Radyo TV ve yazılı basını yeterince kullanmadı. Dolayısıyla hükümetler, vetoları başarılarının önünde bir engel gibi sundu. Mağduriyete oynadı. Akılla değil Algıyla yönetilen bizim gibi ülkelerde bu algıyı iyi kullandılar. Sn ECEVİT zamanı geldiği için DSP Genel başkanlığını uygun gördüğü kişiye devredebilseydi 2002 seçimlerinde seçmeni Akp ye karşı seçeneksiz bırakmazdı. Uğruna gençliğimizi verdiğimiz bedel ödediğimiz KARAOĞLAN Maalesef Jübilesini iyi yapamadı. Bu ülkeyi yönetmek için Kartal makam arabasına binmek kırmızı ışıkta durmak gibi mütevazilikler yetmiyor. İskandinav ülkelerinde belki...

Mehmet S. Nane 27 Aralık 2020

İlk görüşünüze katılamayacağım. Ahmet Necdet Seçer’in “Çankaya fanusundan” çıkmadığını ve veto gerekçeleri konusunda halkı yeterince aydınlatmadığı görüşündesiniz. Bense tarafsız bir Cumhurbaşkanı olarak görevinin ve hukuk devletinin gereğini yerine getirmesiyle “işini” yaptığı düşüncesindeyim. Gelen kanun tekliflerini veto etmesinin gerekçesini halka açıklamak için ülke içinde gezmesi ya da medyaya çıkması da zaten, partili Cumhurbaşkanı Celâl Bayar dışında, Türkiye Cumhuriyeti'nin teamüllerinde yoktur. 
Eğer Anayasa gereği tarafsız bir Cumhurbaşkanı olarak dediğiniz faaliyetleri yapsaydı siyaset yapmış ve tarafsızlığını kaybetmiş olurdu.
Bülent Ecevit konusundaki görüşünüze katılırım. Başbakanlığının özellikle son yılında sağlığı çok bozulmuş ve çok yorulmuştu. Bir devir-teslim yapılabilirdi. Fakat Derviş-Özkan ikilisinin dağıttığı DSP, bu ihanete yine de direnebilir miydi, hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bildiğimiz ve sonradan açıkça gördüğümüz ise “tezgâhın” büyük olduğudur...

Mert Özge 28 Aralık 2020

Recep Tayyip Erdoğan’a Başbakanlık yolunun açılmasında Deniz Baykal’ın etken olduğuna ve Baykal’ın Erdoğan’ın önünü açmasının amacının kendisine Cumhurbaşkanlığı yolunun açılması olduğuna (Zülfü Livaneli bu konuyla ilgili pazarlık olduğunu iddia etmişti) ilişkin kimi eleştiriler var. Dayıcığım, bu eleştirilere katılıyor musun?

Mehmet S. Nane 28 Aralık 2020

Eleştirilen konu Deniz Baykal’ın, Tayyip Erdoğan’ın başbakanlık yolunu açması ise bunu anlarım. Çünkü bu gerçek bir olaydır.Bu yaklaşımı onaylayan da olur, onaylamayan da. Fakat diğer konu doğrulanmadığı için tamamen spekülasyon ve dedikodudan ibarettir. 
Bu konuyu en hafifinden tanımlamak istersek, ileri sürülen şey bir tahmindir.

Mert Özge 28 Aralık 2020

Peki 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP’nin iktidara gelişine dek yaşanan süreçte 1994 yerel ve 1995 genel seçimlerini Refah Partisi’nin kazanmasını kırılma noktası olarak görüyor musun?

Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın

leaf-right
leaf-right