İsmet İnönü (3)
İsmet İnönü, 11 Kasım 1937’de devraldığı Cumhurbaşkanlığı görevini 22 Mayıs 1950’ye kadar sürdürdü.
Bu dönemde yaşanan en önemli olay şüphesiz ki II. Dünya Savaşı’ydı. Türkiye, İsmet Paşa’nın diplomatik mahareti sayesinde bu büyük felaketin dışında kalmayı başardı.
Gerek Nazi Almanya’sının gerekse İngiltere ve sonradan ABD’nin savaşa kendi taraflarında dahil olması baskılarına ustaca direndi.
Almanların eski Başbakanı ve o dönem Ankara Büyükelçisi olan von Papen bu konuda çok yoğun çaba göstermesine rağmen başarılı olamadı.
Roosevelt ve Churchill, İnönü’yü Kahire’de yapılan konferansa davet ettiler ve ısrarla Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa girmesi taleplerini tekrarladılar. İsmet Paşa’nın kararlılığı karşısında istediklerini elde edemediler.
Batı cephesinden bu baskılar gelirken İnönü bir yandan da Sovyet Rusya’yı kolluyordu. Bu ülke de muazzam asker ve silah gücüyle çok büyük bir tehditti.
***
Bir anekdot anlatılır: Almanların Rusya’ya karşı 22 Haziran 1941 tarihinde başlattığı “Barbarossa Harekâtı” İnönü’ye sabah uykusundan uyandırılarak haber verilmiş.
İsmet Paşa, yatağın ortasına bağdaş kurarak oturmuş ve sevinç içinde kahkahalar atmaya başlamış. Hiç şüphe yok ki aylardır hatta yıllardır içinde bulunduğu stresin sinir boşalmasını yaşamıştır.
Çünkü bu iki dev askerî güç eğer birbirlerine karşı savaşmasalar Türkiye’yi hedeflemeleri an meselesi olabilirdi. Artık bu ihtimalin ortadan kalktığını gören büyük kumandan İnönü’nün üzerinden de büyük bir yük kalkmıştı.
***
II. Dünya Harbi’nde savaşan ülkelerle mukayese edilemese bile Türkiye’de de yokluklar yaşandı. Hâlâ bazı siyasetçilerin vicdansızca istismar ettikleri gibi ekmek karneye bağlandı. Bu konuda yaşanmış bir olayı aktarmak isterim.
Savaştan sonra bir genç İnönü’ye hitaben:
“Savaşta sen bizi aç bıraktın” şeklinde sitemde bulunmuştur.
İsmet Paşa’nın cevabı, bu konuda yazılacak kitaplar dolusu söze bedeldir:
“Evet evlâdım, belki sizi aç bıraktım ama babasız bırakmadım.”
***
Savaşın bitiminde dünya dengeleri yeniden kuruldu. Artık iki “süper güç” ortaya çıkmıştı: ABD ve Sovyetler Birliği.
Sovyetler Birliği, kazandığı güce dayanarak Türkiye’nin doğu sınırında değişkilik ve toprak istedi. Yetinmedi; Boğazlar için de kabul edilemeyecek taleplerde bulundu.
İsmet İnönü bir yol ayrımındaydı. Zaten ABD de savaştan sonra Türkiye’ye yanaşmıştı. Bunun sonucunda Türkiye “Atlantik Sisteme” dahil oldu. Ayrıca 1948 yılında ileride bedeli oldukça ağır olacak meşhur “Marshall Planı” imzalandı.
İleriki yıllarda özellikle Türkiye’nin NATO’ya da girmesiyle ABD elini tamamen devletin içine atmaya başladı. Maalesef bu etki günümüze kadar gelmiştir ve devam etmektedir.
***
Bu dönem içerisinde İnönü’nün önemli bir hizmeti de ülkenin demokratik parlamenter sisteme geçmesiydi.
Bu konuda ABD’nin de telkin ve talepleri olduğu söylense de bu durum ülkeye demokrasiyi İsmet İnönü’nün getirdiği gerçeğini değiştirmez.
Çünkü ABD sonuçta kendisiyle uyumlu çalışacak yönetimler ister. Yönetimin mahiyeti hiç önemli değildir. Tarih boyunca dünyadaki onlarca örneği inceleyebilirsiniz. ABD, kendisiyle uyumlu olduğu sürece eli kanlı diktatörlerle çalışmakta bile hiçbir sakınca görmemiştir.
Kaldı ki İstiklâl Harbi kahramanı ve Atatürk’ün en yakın arkadaşı olan İnönü iktidarı bırakmamak için ABD’ye bağlı kalacağını bildirse sonucun ne olacağını herkes kestirebilir.
***
14 Mayıs 1950 seçimleri sonuçlandığında CHP’nin yani İsmet İnönü’nün kaybettiği kesinleşti. Şimdi akıllardaki soru orduyu da elinde bulunduran Paşa’nın iktidarı teslim edip etmeyeceğiydi.
Hatta dönemin Genelkurmay Başkanı’nın seçimin kaybedilmesinden sonra İnönü’ye “Bir emrinin olup olmadığı” sorusunu sorduğu da rivayet edilir.
İsmet Paşa ise işine gelmediği zamanlar yaptığı gibi bunların hiçbirini “duymamıştır.”
Eşi, muhterem Mevhibe Hanımefendi’ye “Pembe Köşk’e ne kadar zamanda taşınabiliriz” sorusunu sormuş ve “Hazırız Paşam, hemen” cevabını aldıktan sonra Çankaya’dan derhal ayrılmıştır.
Mert Özge 15 Nisan 2021
“Bu dönem içerisinde İnönü’nün önemli bir hizmeti de ülkenin demokratik parlamenter sisteme geçmesiydi. Bu konuda ABD’nin de telkin ve talepleri olduğu söylense de bu durum ülkeye demokrasiyi İsmet İnönü’nün getirdiği gerçeğini değiştirmez.” Bu ülkeye demokratik parlamenter sistemi Ulu Önder Atatürk tarafından 23 Nisan 1920 tarihinde getirilmiştir. Yukarıda kastettiğin husus ise çok partili sisteme geçiştir. Ayrıca Atatürk döneminde demokrasi yoktu, demokrasiyi İnönü getirdi gibi anlam asla çıkmamalıdır. İnönü’nün çok partili sisteme geçme hamlesinin erken olduğunu ve karşı devrim sürecini hızlandırdığını yani bugünkü bunalımlarla uğraşmak zorunda kalışımızı Köy Enstitülerinin kurucusu, “Tonguç Baba” olarak bilinen İsmail Hakkı Tonguç yıllar önce öngörüsü şu sözlerle dile getirmişti: “Demokrasinin iki çeşidi vardır. Biri zor ve gerçek olanı, öbürü de kolayı, oyun olanı… Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz birincisi, köklü değişiklikler ister. Bu zor demokrasidir ama gerçek demokrasidir.İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz demokrasinin kolayını seçtik, çok şeyler göreceğiz daha…” Bütün bu yanlışlara karşın İnönü’yü ülkemizin bağımsızlığını savaşta kazandığı zaferlerle ve Lozan’daki diplomatik başarıyla sağladığı için sevgi, saygı ve minnetle anıyorum.
Mehmet S. Nane 15 Nisan 2021
Mert’çiğim, katkı ve yorumlarına teşekkürler. Hepsi de çok değerli ve önemli. Tamamına katılıyorum.